Cumartesi

RAMAZAN AKBULUT / TÜRKİYE DAVASI

(45624/99)

Strazburg

6 Şubat 2003

DAVAYA TEMEL OLUŞTURAN OLAYLAR :

1971 doğumlu Ramazan Akbulut, T.C. vatandaşıdır ve Yozgat'da yaşamaktadır.

Tarafların anlattığı şekilde olaylar şu şekilde özetlenebilir :

Başvuru sahibi, askeri kariyerine 1989 yılında başlamıştır. 16 Haziran 1998 tarihinde Yüksek Askeri Şura, emre itaatsizlik ve görevle bağdaşmayan davranışlarda bulunması sebebiyle, başvuranın 926 sayılı kanunun 50 (c) maddesi uyarınca ordudan uzaklaştırılmasına karar vermiştir.

Hükümet, başvuran hakkındaki istihbarat raporlarının ışığında aşağıdaki bilgileri sunmuştur:

Çavuş Ramazan Akbulut, Devrim Yanlısı İslami Görüş'ün bir üyesi olmakla birlikte, sözkonusu görüşün ideolojisini yaymakta ve aynı görüşteki insanlarla bağlantı kurmakta idi. Antisosyal bir karakteri vardı ve eşi türban takıyordu. Kadın ve erkeklerin ayrı odalarda toplanmaları gerektiğine inandığı için misafirlerini, ayrı odalarda ağırlamakta idi.

ŞİKAYETLER : Başvuran, Sözleşmenin 9. maddesine dayanarak, Yüksek Askeri Şura kararının fikir ve din özgürlüğünü ihlal ettiği görüşündedir. Bahsekonu kararın ardında yatan sebebin dini görüşleri ve eşinin türban takması olduğunu iddia etmiştir.

Başvuran 9. madde ile birlikte 13. maddelere dayanarak, şikayetlerini sunabileceği bağımsız ve tarafsız bir mahkemenin mevcut olmamasından şikayetçi olmuştur.

HUKUK : A. Sözleşmenin 9. Maddesinin ihlal Edildiği İddiası:

Başvuran, Yüksek Askeri Şura Kararı'nın düşünce din ve ifade özgüllüğünü ihlal ettiğinden şikayet etmiştir. Bahsekonu kararın ardında yatan gizli sebebin başvuranın dini görüşleri ve eşinin türbanı olduğunu ileri sürmüştür.

1. Tarafların ifadeleri:

a) Hükümet:

Hükümet, başvuranın silahlı kuvvetler mensubu olarak kalmasına izin verilip verilmemesi gerektiğine ilişkin sorunun, Mahkeme önündeki davanın can alıcı noktasını oluşturduğunu öne sürmektedir. Başvuranın ordudan ihraç edilmesi kararı, adıgeçenin vicdan, din ya da inanç özgürlüklerine müdahale anlamına gelmeyip; Türk ulusunun üzerine inşa edildiği laiklik ilkesine sadık kalmayan ve Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü zedeleyen ordu mensuplarının ordudan ihracı amacına hizmet etmektedir. Hükümete göre, bu ilkeye aykırı davranış ve etkinlikler silahlı kuvvetler içindeki düzeni bozma riski taşımakta olup bu tür davranışların askeri disipline aykırı olarak görülmesi doğal karşılanmalıdır. Özellikle 19 Aralık 1994 tarihli Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs and Gubi-Avusturya; l Temmuz 1997 tarihli Kalaç-Türkiye ve 25 Kasım 1997 tarihli Grigoriades-Yunanistan kararlarına dayanan Hükümet "subayların askeri disiplinden uzaklaşmasını engelleyecek kurallar olmaksızın ordunun düzenli bir şekilde işlemesinin tasavvur edilemeyeceğini"; disiplinin askeri otoritenin sağlanmasında önemli bir etken olduğunun Avrupa'da da kabul edildiğini; AİHS'nin başta gelen amaçlarından birine uygun olarak demokrasinin korunmasında ordunun çok önemli bir yeri olduğunu dile getirmektedir.

Hükümet başvuranın yasadışı kökdendinci eğilimleriyle bilinen bir tarikata üye olduğuna; disiplin suçları işlediğine dikkat çeker. Hükümet, başvuranın kişisel dosyalarındaki belgelere istinaden dokuz subaydan oluşan bir komisyonun başvuranın askeri disiplini bozduğu ve ordudan ihraç edilmesi gerektiği sonucuna vardığını gözlemlemektedir. Ayrıca Hükümet, başvuranın anti-sosyal karaktere sahip olması ve eşinin başörtüsü takması gibi tutum ve davranışların, ordudan atılmasındaki tek neden olmadığını ifade etmiştir.

b) Başvuran:

Başvuran, ordudan azledilmesindeki asıl sebebin, dini görüşleri ve ailesinin yaşam tarzı olduğunu ayrıca, dini bir harekette yeralmadığını iddia etmiştir.

2. Mahkemenin değerlendirmesi:

Mahkeme, 9. maddede de öngörülen düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün "demokratik bir toplumun" temellerinden biri olduğunu tekrarlar. Bu özgürlüğün dini boyutu, inananların kimliklerinin ve yaşama algılayışlarının oluşmasındaki en yaşamsal unsurlardan biridir. Din özgürlüğü aynı zamanda ateistler, agnostikler ve septikler açısından da önemli bir kavramdır. Yüzyılların değerli bir kazanımı olan ve din özgürlüğüne dayalı olarak gelişen çoğulculuk demokratik bir toplumdan soyutlanamaz.

Mahkeme, çeşitli dinlerin birarada ve aynı toplum içinde yaşadığı demokratik toplumlarda çeşitli grupların çıkarlarını uzlaştırmak ve herkesin inancına saygı gösterilmesini sağlamak için din özgürlüğüne bazı sınırlamalar getirmek gerekebileceğini düşünmektedir.

Mahkeme, Sözleşmenin ilke olarak sadece sivillere değil, askeri kuvvetler mensuplarına da uygulanmasının yerleşik bir kural olduğunu gözlemlemektedir. Bununla birlikte, bu davadaki gibi olaylarda Sözleşme kurallarını yorumlarken ve uygularken Mahkeme askeri yaşamın özel niteliklerini ve bu yaşamın silahlı kuvvetler mensupları üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurması gerektiğini düşünmektedir.

Bu davada anılan hükmün ihlal edilip edilmediğini belirlemek için öncelikle sözkonusu önlemin, başvuranın dini kanaat ve inançlarını sergileme özgürlüklerini kullanma hakkına bir müdahale teşkil edip etmediği belirlenmelidir.

Mahkeme, başvuranın, askeri bir kariyer yapmayı seçerek kendi isteğiyle, hak ve özgürlüklerine, sivillere uygulanması mümkün olmayan bazı sınırlamalar getirilebileceğini kabul ettiklerini düşünmektedir. Devletler, özellikle askeri hizmetin zorunluluklarını yansıtan yerleşik düzene ters düşen özellikle bu ve bunun gibi davranışları yasaklayan askeri disiplin yönetmelikleri çıkarabilirler. Bu sınırlamalar askeri personelin İslami köktendinci hareketlere katılmaktan kaçınma zorunluluğunu da içerebilir.

Mahkeme, silahlı kuvvetler mensuplarının (subay ya da astsubay), dini vecibelerini, askeri yaşamın zorunluluklarının empoze ettiği sınırlar dahilinde yerine getirebileceklerinin tartışılmadığına dikkat çeker. Önündeki kanıtlar ışığında Mahkeme, dokuz subaydan oluşan bir komitenin başvuranın sicil raporlarını - ki bu raporlar başvuranın işlediği disiplin suçlarını saymakta ve adıgeçenin köktendinci eğilimlere sahip olarak bilinen tarikatlara mensup olduğunu belirtmektedir - inceleyerek subay ya da astsubay profiline sahip olmadığını belirlediğini düşünmektedir. Mahkeme ayrıca Yüksek Askeri Şura kararının ne başvuranın dini inanç ve kanaatlerine ne eşinin türban takmasına ne de dini vecibelerini yerine getirmelerine dayalı olduğuna fakat anılan kararın, adıgeçenin davranış ve etkinliklerinin askeri disiplin ve laiklik ilkesine aykırılığına dayandığına dikkat çeker.

Mahkeme başvuranın orduyla ilişiklerinin kesilmesinin Sözleşmenin 9. maddesiyle güvence altına alınan hakka müdahale teşkil etmediğine karar vermiştir.

Mahkeme bu şikayetlerin Sözleşmenin 35/3 hükmü uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğu için Sözleşmenin 35/4 hükmü uyarınca reddedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

B. Sözleşmenin 13. maddesinin ihlali iddiası: Başvuran, şikayetini sunabileceği ve başarı şansının olduğu bağımsız bir ulusal makamın bulunmadığı gerekçesiyle 9. madde ile bağlantılı olarak, Sözleşmenin 13. maddesi uyarınca şikayette bulunmaktadır.

Mahkeme, Sözleşmenin 13. maddesinin Sözleşme ...

Başvuranın 9. madde uyarınca dile getirdiği üstteki şikayetler hususunda herhangi bir ihlal olmadığı sonucuna vardığını göz önünde bulunduran Mahkeme 13. madde uyarınca öne sürülen şikayetin de Sözleşme bakımından "makul" olmadığını düşünmektedir.

Mahkeme bu şikayetin Sözleşmenin 35/3 hükmü uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğu için Sözleşmenin 35/4 hükmü uyarınca reddedilmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Bu nedenlerden dolayı Mahkeme oybirliğiyle, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

diğx

Hiç yorum yok: