Cumartesi

MENTEŞ / TÜRKİYE DAVASI

(58/1996/677/867)

Strazburg

28 Kasım 1997


Bu davada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 51. ve Divan İçtüzüğü A'nın ilgili hükümleri uyarınca toplana Divan şu üyelerden oluşmuştur: R. Ryssdal (Başkan), R. Bernhardt, F. Gölcüklü, F. Matscher, B. Walsh, C. Russo, A. Spielman, J. De Meyer, N. Valticos, I. Foighel, R. Pekkanen, A. N. Loizou, J. M. Morenilla, A. B. Baka, G. Mifsud Bonnici, D. Gotchev, P. Jambrek, P. Kuris, U. Lohmus, E. Levits, V. Butkevych. Divan'a H. Petzold mukayyit olarak, P. J. Mahoney yardımcı mukayyit olarak katılmışlardır.

DAVANIN ESASI

I. Davanın özel koşulları

A. Başlangıç

11.Başvuranlar, Bayan Azize Menteş, Bayan Mahile Turhalli ve Bayan Sulhiye Turhalli ve Sariye Uvat, Kürt asıllı Türk vatandaşları olup Türkiye'nin Güneydoğusunda Bingöl ili Genç nahiyesinde resmi Türk ismiyle Saggöze köyünden yada eski Kürt veya Osmanlı ismiyle Riz köyündendirler. Şu anda kendileri Diyarbakır'da yaşamaktadırlar.

12. Yaklaşık olarak 1985'ten beri, güvenlik güçleri ve PKK üyeleri (Kürdistan İşçi Partisi) üyeleri arasında Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesinde önemli çatışmalar şiddetle sürmektedir. Bu çatışma şimdiye kadar hükümetin verilerine göre 4,036 sivil halkın ve 3,884 güvenlik görevlisinin yaşamlarına mal olmuştur. Davanın Divanda görüşülmesi sırasında, Türkiye'nin güneydoğu-bölgesindeki onbir ilden onu 1987'den beri olağanüstü halle yönetilmiştir.

13. 13. Saggöze PKK terör örgütünün aktif olduğu dağlık bölgede bulunmaktadır. 1993 ve 1994'te bölgede gelişen olaylar sonucu, nahiyede bulunan birçok köy boşaltılmış ve yıkılmıştır. 1994 yazında, Saggöze ve çevresindeki mezralar boşaltılmış, köylüler Diyarbakır'a gitmek üzere ayrılmış, Genç ve diğer köyler ve evler harap olmuştur.

14. Saggöze köyü köylüler tarafından yada 1993 Ekim ayını takiben PKK'nın bölgedeki baskısı nedeniyle boşaltılmıştır. Bazı köylüler çevre mezralarda Ekim 1993'ten sonra da kalmaya devam etmiş fakat PKK'nın bölgede bulunması nedeniyle 1994 Yazı itibariyle bölgeden ayrılmıştır. Köylülerin ayrılmaya başlamasından kısa bir süre sonra, PKK boş evlere yerleşmiştir. Bir tanesi Ekim veya Kasım 1993'te, bir diğeri de Nisan\Mayıs 1994'te olmak üzere güvenlik güçleriyle çatışmalar başlamıştır. Helikopterlerin bombalaması ihtimalini içeren bir dizi çatışma sonucunda köydeki evlerin yanması ve yıkılması ihtimali mevcuttur. Bununla beraber, evlerin PKK tarafından mı yoksa güvenlik güçleri tarafından mı kasten yada kazara ateşe verildiği saptanamamıştır.

15. Davadaki olaylar tartışmalıdır.

B. Başvuranlara göre olayların gelişimi

16. Başvuranlara göre, evleri Haziran 1993'teki operasyon sırasında güvenlik güçleri tarafından yıkılmıştır. Onların olayları anlatış tarzı aşağıdaki gibi özetlenebilir.

17. Başvuranların hepsi Saggöze köyünün mezralarında yaşıyorlardı. Azize Menteş, Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli Saggöze köyünün aşağı yörelerinde ve Savriye Uvat Piroz'da, köyün ayrı bir mezrasında yaşıyordu.

18. 23 Haziran 1993'te PKK tarafından Uçadamlar jandarma karakoluna bir saldırı düzenlendi. Aynı gün akşamı, güvenlik güçleri Diyarbakır ve Lice arasında düzenli olarak servis yapan Naif Akgül'e ait bir minibüsü jandarma karakoluna yaklaştığı sırada durdurmuş ve minibüsü ateşe vermişlerdir. Sonradan, güvenlik güçleri, karakola saldırı düzenlemiş olan PKK'yı yakın takibe almışlardır. 24 Haziran 1993'te güvenlik güçleri Pecar (Güldiken) köyüne gelmiş ve bazı evleri yakmıştır.

19. 24 Haziran 1993 akşamı, güvenlik güçleri helikopterle Saggöze köyünü çevreleyen alana varmıştır. 25 Haziran 1993 sabahı, jandarmalar köye girmiş ve yukarı yöredeki halkı okulun önünde toplamıştır. Aşağı bölgedeki jandarmalar bir arama yapmış ve sonra Saggöze köyünün aşağı yöresindeki evleri yakarak ilerlemişlerdir. Köylüler jandarmalara evlerini yakmamaları için yalvarmış ama sessiz kalmaları söylenmiş aksi halde ateşe atılabileceklerini belirtmiştir. Neden evleri yakıyorsunuz diye sorulduğunda, jandarmalar köylülere bunun PKK'ya yardım etmenin bir cezası olduğunu söylemişlerdir.

20. Azize Menteş'in yaşadığı ev mobilyasıyla, ateşlik odunuyla, ahır ve hayvanların kış yemliklerinin bulunduğu barakayla birlikte tamamen yanmıştır. Mahile Turhalli'nin evi yanmış ve eğer çocuğunun bazı elbiselerini kurtarmaya çalışırsa jandarmalar onu yanan eve doğru atmakla tehdit etmişlerdir. Sulhiye Turhalli ve çocukları dışarı atılmış ve vurulmuş, başına silah tutularak küfür edildikten sonra, evi yakılmıştır. Aşağı bölgedeki 10 ile 13 ev tamamen yıkılmıştır. Askerler başvuruculara teröristlere yardım ettikleri için evlerinin yakıldığını söylemişlerdir.

21. Saggöze köyündeki jandarmaların isteği PKK'nın jandarma karakoluna yaptığı saldırının öcünü almak için tüm köyü yaktıkları ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, komuta subayının öğle üzeri bölgeye varışıyla birlikte, bir albay evlerin yakılmasını durdurmuş ve köyün yukarısını kurtarmıştır. Başvurucunun, Savriye Uvat'ın Piroz mezrasındaki evi güvenlik güçlerinin başka bir olayında yakılmıştır. Başvuranlar Saggöze'den ayrılması için zorlanmıştır.

22. Daha sonra, 1993 Sonbaharında köyün kalan nüfusu bölgeyi terk etmiş ve 1994 Martında köyün kalıntıları yıkılmıştır, bu tarihle birlikte, tüm alan yakılıp, yıkılmış ve nüfusu boşaltılmıştır.

23. Başvuranların evlerinin yakılması güvenlik güçlerinin PKK ile mücadele politikasının bir parçası olan mevcut ev yakma uygulamasıyla tutarlılık göstermekte, özellikle yetkililer bu evlerin bulunduğu köyleri PKK'ya destek veren yerler olarak görmektedir.

C. Hükümet göre olayların gelişimi

24. 1983'ten beri, PKK başvuranların köyünü bir barınak ve erzak merkezi olarak kullanmaya çalışmıştır. Köylüler teröristlerin bölgeye sızmaları nedeniyle köyü terk etmek zorunda kalmışlardır. Teröristler evleri zaman zaman kullanmış ve güvenlik güçleri onlara karşı koyduğunda evleri yakarak kaçmışlardır.

25. 25 Haziran 1993'te güvenlik güçlerinin bölgede hiçbir operasyonu olmamıştır. Aslında, başvuranlar 6-7 yıl boyunca köyde değildiler. Altı belirli kişinin yakın akrabaları PKK'nın dağlar şubesinin elemanı olduğundan kuşkulanılmıştır. Diğerleri yanında ileri sürülen PKK terörist organizasyonuna suç ortağı olmak suçundan tutuklanmış yakınları da vardı. Başvuran ailelerin diğer üyeleri kırsal kesimde PKK için çalışmışlardı. Başvuranların PKK için çalışmış ve suç ortaklığı yapmış yakınları tarafından baskıya maruz kaldığı açığa çıkmıştır.

D. Komisyonun olay hakkındaki bulguları

26. Komisyon tarafların yardımıyla, bir araştırma yapmıştı, ve 10-12 Temmuz 1995'te Ankara'da Komisyonun üç Delegesi tarafından alınan onbir tanığın yazılı ifadeleri ve sözlü kanıtlarını içeren bir yazılı kanıtı kabul etmiştir. Bu araştırma başvuranların iddiaları konusunda dört köylünün incelemesini ve iki yerel savcıyı (bkz. 27-30 paragraflar aşağıda) başka bir köylüyü ilk üç başvurucuyu, ve iddia edilen olaylardan sonra görevinden alınmış olan Bingöl ili jandarma komutanını içeriyordu. Sözlü kanıta bağlı olarak, Komisyon tercümanlar vasıtasıyla sözlü olarak alınan kanıtın belirlenmesindeki güçlüğün farkına varmıştır (bazı durumlarda ifade Kürtçe'den ve Türkçe'den İngilizce'ye çevriliyordu). Bu yüzden Komisyon Delegelerinin önünde verilen tanıklıkların önemine ve manasına büyük dikkat göstermiştir. Her iki yazılı ve sözlü kanıt konusunda, Komisyon başvuranların kültürel üslubundan ve tanıkların tarihi ve diğer detayların (özellikle sayısal verilerin) kesinlik kazanmamalarının kaçınılmaz olduğunu dikkate almış ve bunun ifadenin inanılabilirliğine kendinden etkileyebileceğini düşünmemiştir. Komisyonun belirlediği kanıt ve onun sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir.

1. Ulusal düzeydeki arastirmalar

27. Saggöze'deki olayların iki araştırması birincisi Ata Köycü ve ikincisi de Kadir Karaca adlı Genç nahiyesinin iki savcısı tarafından yapılmış ve sırasıyla 25 Nisan ve 30 Mayıs 1994'te dava açmama kararına varmıştır.

28. İlk araştırma Adalet Bakanlığından gelen bir mektuba cevap olarak yapılmış, başvuranların şikayetleri Komisyondan Türk Hükümetine 15 Nisan 1994'te (mektubun tarihi) iletilmiş olduğunda, görünüşe göre bu bilgi işleme konmuştur. Araştırma yeniden yapıldığında Komisyonun Delegeleri referans adına bu dosyanın bir kopyasının olmaması engeliyle karşılaşan savcıdan çok az yardım almıştır. 25 Haziran 1993'te hiçbir olayın olmadığı sonucuyla savcının dava etmeme kararı şikayetlerin ilk bildiriminin alınmasından iki hafta daha az sürmüş olmalıdır. Başvuranların isimlerinin savcıya bu aşamada verilmediği görünmüştür. Bu karar dört köylüden, farklı mezralardan Saggöze'den ayrı, belirli iddiaları: Haziran 1993'te helikopterlerin bombalaması (başvuranların esas başvurusunda gerçekten ileri sürülmemiştir) ve yaşlı kişileri bağlayıp veya onlara vurulmasını çürütmek adına başlıca yöneltilmiş gibi görünüyordu. Bütün bunlar güvenlik güçlerinin köylülerin Saggöze'den ayrılmasına sebep olan terörist çatışmalarıyla yorumlanmıştır: sadece biri PKK'nın evleri yakmasına yormuştur. Kadir Karaca'ya göre, tanıklar rasgele seçilmiştir ama Saggöze'nin muhtarı Ekrem Yarar açıklama yapmaya ve diğer "güvenilir tanıkları" köyden getirmesi için davet edilmiştir.

29. İkinci araştırmada Adalet Bakanlığının bir başka mektubuna cevap olarak yapılmıştır. Kadir Karaca kendini iş arkadaşının araştırmasında görevlendirmiştir. Önceki dört açıklamaya dayanarak ilgili dört köylüyü çağırmıştır. Onun dava açmama kararı PKK'nın evleri yaktığı iddia edilen olayın Haziran 1993'te olmadığını ve başvuranların PKK'nın üyelerinin yakın akrabaları olduğu sonuçlarını çıkarmıştır.

30. Jandarmalar herhangi bir operasyon olduğuna dair sorgulanarak yada Saggöze'nin yukarı ve aşağı yörelerinden köylüler sorguya çekilerek olayların tesisine dair hiçbir adım atılamamıştır. Bundan başka, ikinci araştırma süresince başvuranların isimleri bilinmesine rağmen, adreslerinin bulunması yada davanın gerçek koşullarına göre kendilerini ifade almaya çağırmak için temasa geçmek konusunda hiçbir girişim yapılamadığı görülmüştür. Gerçekten, başvuranların adresleri Diyarbakır'daki polisle temasta olan Ankara'daki otoritelerce biliniyordu.

2. 25 Haziran 1993'ün iddia edilen olaylari

31. Komisyon Haziran 1993'ten 1994'ün Yaz mevsimine kadar Saggöze köyü ve onun Çevresindeki mezralardaki olaylar hakkında ulusal seviyede hiçbir şekilde detaylı araştırma olmadığını gözlemiştir. Bundan dolayı, Komisyon varılan sonuçlarını Delegelerinin önünde sözlü olarak verilen yada muameleler sırasında yazılı olarak teslim edilen kanıta bağlanmıştır: Bundan başka Hükümet, Komisyon Sekreterliğinin ve Delegelerinin tekrar eden taleplerine rağmen, gerekli belgeleri, özellikle de Saggöze köyünde iddia edilen olay hakkında araştırma yapan iki savcının araştırma dosyalarının içeriklerini de sağlayamamıştır. Temmuz 1995'te kanıt toplanırken, Hükümet Komisyon'nun 25 Haziran 1993'te resmi emirle davet ettiği bölge jandarma komutanının kimliğini tespit edememiş ve Komisyonun emrini karşılayamamıştır, onun yerine atanan komutan Bay Tuna görünmüştür. Bunun için hiçbir ön açıklama yapılmamıştır. Bu olayda, Komisyon bir davadaki kanıtı belirlemenin o davada yer alan tarafları hesaba katma prensibini göz önünde tutmuştur (bknz İrlanda-İngiltere davası 18 Ocak 1978, Seri A. no.25 s.65 par 161 Özet).

32. Komisyon, PKK'daki akrabalarının yaptığı baskı nedeniyle başvuranların şikayetlerinin uydurma olduğu Hükümet önerisine inanmamıştır. Komisyon bu davada ulusal otoritelerden ve Hükümetin iddialarından alınan yanıtın başvuranların dertlerinin özüyle ilgilenmekten daha çok, başvuranların ailelerinin PKK ile olan bağlarını vurgulamaya yöneldiği hakkında bir görünüm vermiş olmasını acınacak bulmuştur.

33. Olayları saptamada, Komisyon kanıttaki tutarsızlık ve çelişmeleri göz önünde tutmuştur. Dört köylünün savcıya verdiği kanıta göre, Komisyon Türk askerlerinin işlemiş olabileceği herhangi bir yakma veya işkence iddiasının genel yadsımalarını içeren karar kopyasının kesin olduğunu gözlemiştir. Komisyon, başvuranların raporlarıyla çelişen ifadeler vermek için cesaretlendirilmiş olanlarla diğer köylüler arasında belirli bir muhalefet olduğu iddialarına da destek vermiş, ayrıca köy muhtarının savcı tarafından bazı "güvenilir tanıklar" getirmesi için öğretilmiş olduğuna dikkat çekmiştir. Savcının tanıkları seçme yolundan dolayı, Komisyon savcıların diğer kanıtlarının desteklemediği gibi onların yazılı ifadelerine güvenmeyi de sağlam bulmamıştır. Komisyon, bundan başka, ilk üç başvurucunun, Bayan Azize Menteş, Bayan Mahile Turhalli ve Bayan Sulhiye Turhalli'nin İnsan Hakları Derneğine verdiği ifadeyle Delegelere verilen sözlü ifadeler arasında temel farklar olduğunu tespit etmiştir. Ancak, Komisyon köyden Bayan Aysel Gündoğan tarafından gerekli noktaları desteklenen, üç başvurucunun sözlü kanıtını genellikle tutarlı ve inanılabilir bulmuştur. Temmuz 1993'te Diyarbakır'daki İnsan Hakları Derneğine şikayet için gitmiş oldukları gerçeği, kendilerinin esas şikayetinin inanılabilir olduğuna karar vermenin yeterince hissedilmesi için güçlü bir belirleyicidir. Diğer yandan, Komisyon yazılı ifadelere güvenmemeyi göz önünde tutmuş çünkü Derneğin ifadeleri almada ve başka kaynaklardan edinilen bilginin kirlenmemesi için herkesin şikayetini almada gösterilen dikkat derecesinde de ciddi kuşkuları olmuştur.

34. Komisyon, Sulhiye ve Mahile Turhalli'nin 1993 Yazında hala, Saggöze köyünün aşağı yörelerindeki evlerinde yaşadığını ve 25 Haziran 1993'te de orada mevcut olduğunu göz önünde tutarak ikna olmuştur. Ancak, bu bölgede çok kez görülen yaşam şekline göre, bu iki başvurucu Kışın köyü bırakıp Diyarbakır'a gitmiş, Yazında bahçe ve ekinin bakımı için köye geri dönmüştür. Azize Menteş'e gelince, bir eve sahip olmaması ihtimaline rağmen, köye Yaz aylarında geri döndüğünde Kayın Pederinin evinde kalmıştır. Komisyon kanıt gereğince, 25 Haziran 1993'te onun aşağı yörede de yaşadığını tespit etmiştir. Saggöze'deki olaylara gelince, Komisyon Azize Menteş'in, Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli'nin sözlü kanıtını kendi esas öğesinde kabul etmiştir. Onların sözlü kanıtının dört köylünün verdiği kanıta göre daha tutarlı, daha inanılabilir ve daha inandırıcı olduğu düşünülürse, aşağıdakiler tespit edilir.

24 Haziran 1993 akşamı, büyük bir jandarma kuvveti Saggöze köyü yöresine varmıştır. 25 Haziran 1993'te jandarmalar her iki, yukarı ve aşağı yörelere girmiş ve aramalara başlamıştır. Bazı yönüyle, (dışarıda çalışan genç kişiler dışında yukarı yöredeki köylüler, muhtemelen bölgedeki PKK hakkında sorgulanmak için okulun önündeki alanda toplanmıştır. Aşağı yörede başvuranlarında içinde bulunduğu kadınların askerler tarafından evlerinden çıkması istenmiş ve evlerinde bulunan çocuklarının giysilerinin ve ayakkabılarında bulunduğu mal ve mülkle ateşe verilmiştir. Yakma aşağı yöreyle sınırlandırılmıştır. Öğle üzerine doğru, muhtemelen kıdemli bir subay, bir albay getiren helikopter köyün yukarı yöresine varmış, ve onun varışı, başvuranlar ve diğer köylülerin bazıları tarafından yakmayı durdurma emrine ortak koşulmuştur. Jandarmalar o gün terk etmişler, kısa bir süre sonra, üç başvurucu çocuklarıyla birlikte veya diğer aile üyeleriyle birlikte akrabalarla Diyarbakır-Lice yolundan Diyarbakır'a gitmek için alınan yere kadar on saat boyunca yürümek zorunda kalmışlardır.

35. Güvenlik güçlerinin dördüncü başvurucunun, Sariye Uvat'ın evinin Piroz mezrasındakilerle birlikte yaktığı iddiası içeren operasyona göre, bu başvurucunun buna bağlı şikayetini hiçbir gerçek saptayamamıştır. Kendisinin kötü-sağlık durumu nedeniyle, Komisyon delegesinin duruşmasında diğer başvuranların tersine, yer alamamıştır.

II. İlgili İç Hukuk

A. İdari Sorumluluk

36. Türkiye Anayasasının 125. Maddesi şöyledir:

"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür."

37. Yukarıdaki koşul savaş hali olsa bile herhangi bir sınırlamaya tabi değildir. Son koşulun gereği "sosyal risk" teorisine ait olan ve ortak sorumluluk kavramına dayanan, sorumluluğu tam ve nesnel yapıda olan yönetim hakkındaki herhangi bir yanlışlığın varlığının kanıtını gerektirmez. Böylece, devlet sosyal düzen ve güveni sağlama görevini veya kişisel hayat ve malları koruma görevini başaramadığı söylendiğinde, tanınmayan veya teröristlerin neden olduğu eylemlerden zarar gören insanların zararına karşılayabilir.

38. Olağanüstü halde 25 Ekim 1983'te çıkarılan 2935 sayılı kanunun 1. Maddesi gereğince idari yükümlülük prensibi aşağıdakini şart koşar:

"...bu yasa tarafından üzerinde durulan güç kullanımına bağlı tazminin hükümleri idari mahkemeler önünde yönetime karşı kullanılabilir."

B. Cezai sorumluluk

39. Türk Ceza Yasası aşağıdaki durumları cezai suç sayar:

-bir kişiyi yasal olmayan bir şekilde özgürlüğünden alıkoymak (Madde 179, genellikle devlet görevlileri konusunda, Madde 181)

-bir kişiyi bir şey yapmaya yada yapmamaya güç kullanarak zorlamak veya tehdit etmek (Madde 188)

-tehditler savurmak (Madde 191)

-bir kişinin evini yasadışı bir yolla aramak (Maddeler 193 ve 194)

-kundaklamak (Maddeler 369, 370, 371, 372) ve onu insan hayatını tehlikeye sokacak kadar şiddetlendirmek (Madde 382)

-dikkatsizlik, ihmal veya deneyimsizlik yoluyla kasıtsız olarak zarar vermek (Madde 526 müteakip Maddeler)

40. Bütün bu suçlar için Ceza Yasası yargılama usulünün 151. ve 153. Maddelerine uygun olarak savcı ile veya yerel idari makamlar aracılığıyla şikayetlerde bulunulabilir. Savcı ve polis kendilerine rapor edilen cezaları inceleme görevine haizdir. Savcı Ceza Yasası Usulünün 148. Maddesine uygun olarak bir dava açılıp açılamayacağına karar verir. Cezai muamelelerin uygulanmaması için savcıya karşı bir dava için bir üst mahkemeye başvurabilir.

41. Olayları işleyen sanıklar askeri personelse Askeri Yasanın 86. ve 87. Maddelerindeki yöntemlere uymayarak, kendilerine büyük zarara yol açmaktan, insan hayatını tehlikeye atmaktan veya mülke zarar vermekten, dava açılabilir. Bu koşullarda, muameleler ilgili kişiler (askeri olmayan kişiler) tarafından Ceza Usulü Kanununun yetkili otoritesi önünde veya sanık kişilerin görev bakımından üstlerinin önünde (Askeri Mahkemelerin yargılama usullerinde ve Anayasada 353 sayılı Kanunun 93. ve 95. bölümleri) başlatılabilir.

42. Suçu işlediği iddia edilen kişi Devlet yetkilisi ise, dava açma izni yerel idari kurullardan (İl meclisi yönetim kurulu)alınmalıdır. Yerel kurul kararı devlet kuruluna temyiz için götürülebilir: dava açmayı reddetme bu tür otomatik bir temyize tabidir.

C. Tazmin koşulları

43. Maddi veya manevi zarara yol açan, devlet görevlilerinin işlediği herhangi yasadışı bir eylem, bir suç yada haksız bir muamele olabilir, normal sulh mahkemeleri önünde tazmin için bir dava gerekçesi olabilir.

44. Yönetim karşıtı muameleler, muameleleri yazılı biçimde verilen idari mahkemelerin önüne getirilebilir.

45. Teröristlerin yaptığı şiddetin yol açtığı zarar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan tazmin edilebilir.

D. Olağanüstü hal tedbirlerinin sağlanması

46. Anayasanın 13-15 Maddeleri Anayasal teminatlardaki temel kısıtlamaları tedarik eder.

47. Anayasanın Geçici 15. Maddesi, 12 Eylül 1980 ve 25 Ekim 1993'te kabul edilen ve yürürlükte olan yasa ve kararnamelere dayanarak alınan tedbirler konusunda Anayasaya aykırı hiçbir iddia bulunmadığını şart koşar. Bu, mahkeme kararına karşı bağımsız olan kararnamelerin çıkarıldığı 25 Ekim 1983'teki Olağanüstü halin 2935 sayılı kanunu içerir.

48. Özellikle 285 sayılı Kararnamenin, 424 ve 425 sayılı ve 430 sayılı Kararnameler tarafından düzeltildiği gibi bu tür Kararnamelerle Olağanüstü hal Bölge Valisine geniş yetkiler verilmiştir.

49. 285 sayılı Kararname 3713 sayılı Kanunun yani, Anti-terör Kanununun (1981) uygulanmasını, Olağanüstü hale tabi bölgelerde güvenlik güçleri üyelerini dava etme kararı savcıdan alınıp yerel idari kurullara devredilmesinin etkisiyle değiştirir. Komisyona göre, bu kurullar devlet görevlilerinden oluşur ve güvenlik güçlerine başkanlık eden Bölge ve İl Valileri tarafından kolayca etkilenebilmeleri ve yasal bilgiden yoksun olmaları nedeniyle eleştirilmişlerdir.

50. 16 Aralık 1990'da çıkarılan 430 sayılı Kararnamenin 8. maddesi aşağıdakini şart koşar:

"Olağanüstü hal bölgesindeki Olağanüstü Hal Bölge Valisine veya bir İl Valisine karşı, bu Kararnameyle kendilerine tanınan yetkilerin kullanılmasıyla bağlantılı olan eylemler ve kararlar konusunda hiçbir cezai, finansal veya kanuni sorumluluk talep edilmeyebilir, ve bu amaca yönelik hiçbir uygulama herhangi bir yargı yetkisinde kullanılmayabilir. Bu, önyargısız, hak gerektirmeden kendilerine yapılan zarar için devletten zarar ödentisi talep etmeleri kişilerin kendi haklarıdır."

51. Başvuranların sunuşlarından ötürü, bu Madde Valileri suçsuz kılar ve köylerin geçici veya sürekli olarak boşaltılması için, ikamet etme sınırlamaları koymak için ve insanları diğer bölgelere geçmesini zorlamak için Bölge Valilerinin yetkilerini artırır. Terörle mücadele bağlamında sebep olunan zarar "meşru" olabilir ve bu yüzden duruşmadan bağımsızdır.

KOMİSYON ÖNÜNDEKİ İŞLEMLER

52. 20 Aralık 1993'te Komisyona başvurularında (sayı, 23186\94), başvuranlar, Sözleşmenin 3., 5., 6., 8., 13., 14., ve 18. Maddelerine dayanarak, Devlet güvenlik güçleri tarafından kendilerinin köylerinden zorla ve aceleyle uzaklaştırılmış ve evlerinin yakılmış olduğuna dair bir şikayette bulunmuşlardır. Dördüncü başvurucu, Sariye Uvat, evden uzaklaştırılmasının ardından erken doğan ikizlerinin ölümüyle bağlantılı olarak 2. Maddeyi hatırlatmıştır. Komisyon başvurucunun kabul edildiği 9 Ocak 1995'te bildirmiştir. 7 Mart 1991'deki raporunda (Madde 31), ilk üç başvurucuya dayanarak, görüşünü şöyle açıklamıştır.

(a) 8. Maddenin ihlali (1 oya karşılık 27 oyla) kabul edilmiştir;

(b) 3. Maddenin ihlali (2 oya karşılık 26 oyla) kabul edilmiştir;

(c) 5. Maddenin ihlali (oybirliğiyle) kabul edilmiştir;

(d) 6. Maddenin ihlali (2 oya karşılık 26 oyla) kabul edilmiştir;

(e) 13. Maddenin ihlali (2 oya karşılık 26 oyla) kabul edilmiştir;

(f) 14. Maddenin ihlal edilmediği (oybirliğiyle) kabul edilmiştir;

(g) 18. Maddenin ihlal edilmediği (oybirliğiyle) kabul edilmiştir.

Dördüncü başvurucuya gelince, Komisyon Sözleşmenin 2., 3., 5., 6., 8., 13., 14., ve 18. Maddelerinin oybirliğiyle ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Komisyonun görüşü ve raporda geçen üç ayrı görüşün tam yazısı bu hükme ek olarak yeniden basılmıştır.

DİVANA SON SUNUŞLAR

53. Hükümetin 22 Ocak 1997'deki duruşmasında, dilekçelerinde de yazmış oldukları gibi, iç başvuru yollarının tüketilmemesi veya ikinci durumda, başvuranlar iddialarını kanıtlayamamış olduklarından bu davada Sözleşmenin ihlal edilmediğine karar alınması Divana önerilmiştir.

54. Aynı olayda, ilk üç başvurucu Sözleşmenin 3., 6., 8., 13., 14., ve 18. Maddelerin ihlalinin ortaya çıkması için ve Sözleşmenin 50. Maddesiyle zarar ödemesi olarak sadece borçlarının ödenmesi için dilekçelerinde belirtilen durumun Divanda yeniden görüşülmesi için tekrarlamışlardır. Dördüncü başvurucu şikayetleri konusunda hiçbir olayın saptanmadığını sonucunu Komisyon kabul etmiştir.

I. HÜKÜMETİN İLK İTİRAZI

55. Hükümet, Komisyon önünde kabul edilebilir durumda da yapmış olduğu gibi, bir yerel otorite önünde kendilerinin Sözleşmedeki dertlerini ortaya çıkarmak için başvuranların hiçbir teşebbüsü olmaması, Sözleşmenin 26. Maddesi uyarınca iç başvuru yollarının tüketilmiş olmadığının düşünülmemesini vurgulamıştır. Divan bu yüzden başvuranların şikayetlerini kabul etmek için hiçbir meşruiyete sahip değildir. İlk basamakta, cezai müeyyideler ve tazmin hakkı için başvuranların dava açma hakkı gizlidir (bkz. 39-45 paragraflar yukarıda) Gerçekten, başvuranların iddialarının öğrenilmesi hakkında, yerel savcı suç araştırması yapmıştır (bkz. 27-29 paragraflar yukarıda). Bu araştırmalar sırasında, başvuranlara ulaşılamamış ve sorgulanan dört köylü 25 Haziran 1993'te Saggöze köyündeki her evin yakıldığını sırasıyla inkar etmişlerdir. Elde bulunan kanıtların temelinde, dava açılmama kararı alınmıştır. Başvuranlar sonuçta işbirliği yapmış iseler, daha farklı olabilirdi. İkinci olarak, Devletin nesnel sorumluluğunu hatırlatarak idari mahkemelerde başvuranlar için teröristlerin yaptığı şiddetten doğan zararın, tazminini talep etmek mümkün olabilir (bkz. 36-38 paragraflar yukarıda). Koşullardan dolayı güvenlik güçlerinin sorumlu olduğu bir iddia reddedilebilir olduğu açıktır. Ancak, eğer başvuranlar evlerinin PKK üyeleri tarafından yada güvenlik güçleri ile bu üyeler arasındaki çatışmada yakılmış olduğunu iddia ettilerse başvuranların büyük bir başarı ihtimali olabileceğini idari mahkeme kararlarının birkaç tanesi göstermiştir.

56. Başvuranlar ve Komisyon Delegeleri Divana Hükümetin iç başvuru yollarının tüketilmediği konusundaki ön itirazını Akdivar ve Diğerleri-Türkiye davasındaki (16 Eylül 1996 kararı, hükümler ve kararların raporları 1996-IV s.1210-13, para 65-76) benzer bir itiraza neden olan sebeplerden dolayı geri çevirmesini talep etmiştir.

57. Sözleşmenin 26. Maddesi bu durumdaki olaylara uygulandığında, Divan yukarıda bahsedilen Akdivar ve Diğerleri hükmünün (bkz. Aksoy-Türkiye 18 Aralık 1996 kararı, 1996-VI raporları, sayfalar 2275-76, para 51-53) 65'ten 69'a kadar geçen paragraflarında iddia edilen prensipleri göz önünde bulunduracaktır. Divan yeterli ve etkili olamayan iç başvuru yollarına başvurma zorunluluğu olmadığını tekrarlar. Buna ek olarak "uluslararası hukukun tanınan genel kurallarına" göre başvurucunun birikiminde iç başvuru yolları tüketilmesi zorunluluğundan kendisini serbest bırakan özel koşullar olabilir. Tüketilme iddiasını üzerinde bulunduran Hükümet Divanı ikna etmek için etkili iç başvuru yolunun teoride mümkün, pratikte belli zamanda, yani, kabul edilebilir bir zamanda başvuranların şikayetleri konusunda yeni bir kılıf sağlayacak kapasiteye sahip olduğunu ve başarı için mantıklı öneriler sunan Divanı ikna etmek için tüketilmeme iddiasını Hükümet üzerinde bulundurur. Bununla beraber, bu tartışılan konu bir kez ispat edilirse, Hükümet tarafından getirilen iç başvuru yollarının gerçekten tüketilmiş olduğunu veya bazı sebeplerden davanın belirli koşullarında yetersiz ve etkisiz olduğunu veya özel koşulların varlığının başvurucuyu gereksinimden kurtardığını saptamak başvurucuya kalmıştır. Böyle bir sebep, kamu yetkilileri zarar vermesi ve kötü davranması gibi ciddi iddiaların karşısında tamamen pasif kalan ulusal yetkililer tarafından meydana çıkarılabilir, mesela, araştırmaların üzerinde nerede başarıyla durulmamış ve yardım önerilmemiştir. Bu tür koşullarda, tartışılan konunun ispat edilme zorunluluğu bir kez daha yer değiştirir ki şikayet edilen konuların ciddiyeti ve derecesi konusunda ne yapıldığını göstermek davalı Hükümetin yetkisinde olduğu söylenebilir.

58. Bundan başka, tüketilme kuralının uygulanması İmzacı Tarafların yerleştirmek için onayladıkları insan haklarını koruma bağlamında uygulanan gerçek için ödeme zamanı dolmalıdır. Bundan dolayı, Divan 26. Maddenin biraz esnek bir biçimde ve ısrarlı tekliften uzak şekilde uygulanmasını tanımıştır. Kural ne doğrudan doğruya ne de kesin olarak uygulanacak durumda değildir. Uyulup uyulmadığı gözden geçirildiğinde her bir kişisel davanın belirli koşullarının göz önünde tutulması esastır. Bu diğerleri yanında içinde iç başvuru yollarının işlediği ve birde başvurucunun kişisel koşullarının (bkz. Akdivar ve Diğerleri Hükmü yukarıda s.1211, para 69, ve yukarıda açıklanan Aksoy hükmü s.2276, para 53) yer aldığı genel kanuni ve siyasal bağlamın Divanın gerçekçi olarak göz önünde tutuğu manasına gelir. Başvuranların şikayet ettikleri zaman Türkiye'nin güneydoğusunda var olan durumun böylece göz önüne alınacağı-ve bu PKK üyeleri ve güvenlik güçleri arasındaki şiddetli çatışmalarla kendini gösteren bir yapıda var olmaya devam eder. Divanın Akdivar ve Diğerleri adlı hükümde vermiş olduğu gibi:

"Böyle bir durumda adli yönetim sisteminin düzenli işlemesinde engeller olabileceği kabul edilmelidir. Özellikle, böyle sıkıntılı bir durumun içten bulunması, ulusal dava muamelelerinin kararına yönelik gözaltı kanıtının korunmasındaki zorluklar iç başvuru yolları hükümlerinin takibini boş kılar ve böyle başvuru yollarının bağlı olduğu idari soruşturmaların meydana gelmesi önlenebilir." (s.1211-12, paragraf 70)

59. Divan köyü yıkma sorununun derecesine rağmen mülkün güvenlik güçleri tarafından kasten yıkılmış olduğu veya bu iddialar konusunda açılmış davalar hakkında bedel olarak ödenen karşılığa dair hiçbir örnek bulunmadığını belirtmiştir. Bundan başka, yetkililerin tarafında güvenlik güçlerinin böyle bir eylemi yaptığını kabul etmede genel bir isteksizlik görülür. Akdivar ve Diğerleri davasının tersine, bu davada başvuranlar Sözleşmeden kaynaklanan sorunları ile herhangi bir ulusal yetkiliye gitmedikleri doğrudur. Her ne kadar, Divan iddiaların farkına vardıktan sonra, yetkili savcının, aşağıda 90. ve 92. paragraflarda belirtilen nedenlerden dolayı konuyla ilgili herhangi bir soruşturmanın yürütülmediğine dikkat çekmiştir. (bkz. 27,30 paragraflar yukarıda) Başvuranların evlerinin yıkımını takiben kendilerinin güvensiz ve saldırıya açık durumları da düşünülmelidir.

60. Delilleri çürütmede Hükümetin ikna edici herhangi bir açıklaması olmadığından, başvuranlar iç başvuru yollarının tüketilmek zorunluluğunun şikayet edildiği olayların zamanında kendilerine verilen özel koşulların varlığı ile kanıtlanmıştır. Bu davanın istisnai koşullarında, Divan başvuranların evlerinin güvenlik güçleri tarafın yıkılmış olduğuna iç başvuru yollarının idari ve medeni mahkemelerin önünde yeterli ve elverişli olduğuna ikna olamamıştır.

61. Yukarıdaki açıklamalar ışığında, Divan, Hükümetin tüketilmeme hakkındaki ön itirazını geri çevirmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu karar davanın istisnai koşullarına göre ayarlanmıştır ve aynı karar iç başvuru yollarının Türkiye'nin bu bölgesinde etkisiz olduğu veya yürürlükteki iç başvuru yollarına uygun olarak başvurularak 26. Madde gereğince başvuranların zorunluluktan serbest bırakılması genel bir ifade olarak yorumlanacaktır.

II. ŞİKAYETLERİN ESASI

A. Olayların Tesisi

62. Divan önünde, Hükümet Komisyonun olaylar hakkında vardığı bulgulara şiddetle karşı çıkmıştır. Kendi sunuşlarında, Komisyon başvuranların olayları anlatış tarzını kabul etmiş olsa da görünüşe göre ilk üç başvurucunun ve Bayan Gündoğan'ın verdikleri sözlü ifadenin temelinde, tutarsızlıklar ve çelişmeler olmuştur. Hükümet, bu bağlamda, diğerleri yanında aşağıdakini kullanmıştır. Köyde herhangi bir evi olmayan Bayan Azize Menteş, orada oturduğu evinin güvenlik güçleri tarafından yakıldığını söylediğinde esasen bir noktada yalan söylemiştir. Bundan başka, başvuranlar savcı önüne çıkan dört köylüyü tanımadıklarını söyleyerek yalan söylemişlerdir. Onlar, gerçekten komşuydular ve başvuranlar onları çok iyi tanıyorlardı. Olaylardaki raporların uydurma olduğu, kendi mezraları ve dört köylünün bulunduğu mezra arasında tepelerin bulunduğundan bahseden ifadelerinde de, örnek olarak gösterilmiştir. Her ne kadar, Hükümet İnsan Hakları Derneği tarafından alınan başvuranların yazılı ifadeleri ile Komisyon Delegelerinin önünde verilen sözlü ifadenin arasında birkaç tutarsızlığa dikkat çekmiştir. Askerlerin insanları okulun önünde topladığı ve orada beş saat boyunca durduklarını başvuranların hepsi İnsan Hakları Derneğine söylemiş olsa da, sonradan bu iddialarını Delegasyon önünde geri almışlardır. Başvuranlardan biri Derneğe kocasının her ne kadar o gün köyde olmadığını sonradan Delegasyona söylemişse de okulun önünde toplanan grupta olduğunu açıklamıştır. Bununla beraber askerlerin varmasından korktuğu için başvuranlar adamların bölgeden kaçtığını önceden açıklanmıştır, bununla birlikte kendileri Delegasyon önünde adamların köyden olmadığını açıklamışlardır. Aynı zamanda, askerlerin evleri-benzinle, "toz" (yani barutla), lav silahıyla ve kibritlerle ateşe verdiği ileri sürülen bütün açıklamalarının yazılı ve sözlü kanıtlarda geçen yönteminde tutarsızlıklar olmuştur. Askerlerin köyden ayrıldığı gün konusunda da yani aynı gün mü yada ertesi gün mü, onlardan birinin İnsan Hakları Derneğine açıkladığı gibi üç gün sonra mı-gibi çelişen noktalar vardır. İnsan Hakları Derneğinin aldığı ifadeler farklı tarihler taşısa da, başvuranların Derneğe aynı gün gittiklerini Delegelere kanıtlamışlardır. Hükümet görüşüne göre, yukarıdaki tutarsızlıklar başvuranların olayları anlatma tarzına inanılmayacağını ve 25 Haziran 1993'te güvenlik güçlerinin bilerek evleri yaktıklarını şüphe götürmez bir şekilde kanıtlayamadığını ispat edememiştir.

63. Bu bağlamda, Hükümet, başvuranlar ve tanıkların birinin, Bayan Gündoğan, birbirine yakın akrabalar olduğuna ve davanın sonucunda, ortak bir çıkara sahip olduklarına dikkat çekmiºtir.

64. Hükümet bundan başka, Komisyonun belirtilen günde evlerin yakıldığını sırasıyla yalanlayan dört köylünün ifadelerini dikkate almadığını vurgulamıştır. Köylüler yöredeki mezradan gelen dumanları sanki orada hiçbir tepe yokmuş gibi görebilmiş, bazıları köyü söz konusu gün ziyaret ettiklerini bile söylemişlerdir. Onların şahitliklerinin bu yüzden büyük etkisi olmuş, bundan başka, tanıkların seçim yönteminin taraflı davranılarak çürütülmesi sonucunda, Komisyon, Hükümete uygun tanıklar vasıtasıyla "güvenilebilir tanıklar" bulması için ilk savcının muhtara olan talebi yanlış yorumlanmıştır (bkz. 28 ve 33. paragraflar yukarıda). Savcı gerçekle bağlantılı olan tanıkların güvenilir olduğunu söylemek istemiştir. Herhangi bir olayda, Komisyon bu unsura çok dikkat çekmiştir.

65. Başvuranlar ve Komisyon Delegesi, Komisyon tarafından saptanan olayların kabulü için Divanı davet etmişlerdir. Delegasyon Komisyonun kanıt toplamakta karşılaştığı zorluğu yeniden belirtmiş, Komisyonun olayların tesisinde, gerçekten kanıttaki tutarsızlıkları göz önünde bulundurduklarını vurgulamıştır. Delegasyon Sözleşme sistemi gereğince, olayların tesisi ve doğrulanmasının Komisyonun ilk görevi olduğunu hatırlatmıştır. Divan Komisyonun olay hakkında vardığı sonuçlara inanmamaya karar vermeliyse, böylece doğan belirli zorluklar olmalıdır. Başvuranların sunuşunda, Hükümet kanıttaki tutarsızlıklara dikkat çekme yönteminde çok seçici olmuş ve Komisyon'un İnsan Hakları Derneği tarafından alınan ifadelere inanmasından bahsedememiştir.

66. Divan içtihat gereğince olayların tesisinin ve doğrulanmasının Komisyonun öncelikli sorunu olduğunu tekrar etmiştir (Sözleşmenin 28. Maddesi para 1ve 31). Divan Komisyonun olay hakkındaki bulgularına tabi olmayıp onun önünde verilen tüm ifadelerin ışığında kendi değer yargısını vermekte serbest kalırsa, bu alanda yetkilerini kullanacak sadece belli istisnai koşullarda yapar (bkz. diğerleri yanında, Aksoy hükmü, yukarıda, sayfa 2272, para 38). Komisyon olaylarını dayandırdığı kanıtın dikkatli incelenmesinin ardından, eğer Divan söz konusu olayların makul şüpheleri ötesinde ispat edilememiş olduğunu tespit ederse, böyle istisnai koşullar özellikle ortaya çıkabilir (bkz. 25 Eylül 1997 Aydın-Türkiye kararı, hükümler ve kararların raporları 1997.., s.... para 70). Bu bağlamda, bu tür bir ispat yeteri kadar sağlam, açık ve uygun anlam çıkarımın bir arada bulunmasından sonuçlanabileceği anımsatılır (bkz. İrlanda-Birleşik Krallık 18 Ocak 1978 kararı, Seri A no.25, sayfalar:64-65, para161 ve Aydın kararı yukarıda, s.... para 73).

67. Araştırılan söz konusu davada, Komisyon yazılı ifadeleri içeren hangi yazılı kanıtların soruşturmanın temelinde sunulması ve Ankara'da 10-12 Haziran 1997'de yapılan duruşmada üç Delege tarafından alınan onbir tanığın sözlü kanıtlarını içeren olaylarla ilgili bulgulara ulaşmıştır. Tanıklar, konuyu soruşturan savcı, dinlenen dört köylü, bir başka köylü ve ilk üç başvurucudan oluşuyordu (bkz. 26. Paragraf yukarıda). Yukarıda bahsedilen muhalif duruşmaları sırasında, tanıklar bütün yönleriyle ve detaylıca sorgulandılar ve sorguya çekildiler ve tanıklıklarındaki tutarsızlık ve zayıflıklarıyla karşılaştırıldılar. Delegasyon, böylece tanıkların reaksiyonları ve davranışlarını gözleyecek ve böylelikle iki tarafın kanıtlarının doğru sözlülüğü ve deneme değerlerini belirleyecek bir durumdaydı.

68. Komisyon tarafından olayların tesisi kanıt niteliği taşıyabilecek şartlara, yani makul şüphe ötesindeki ispata dayanır. Komisyon, sonuçlara varırken, kanıttaki tutarsızlık ve çelişmeleri, özellikle sözlü ve yazılı ifadeler arasındaki farkı, ve inandırıcı görünen sebepleri (bkz. 33. paragraf yukarıda) göz önünde bulundurmuş ve bu inandırıcı görünen sebeplere çok dikkat çekmiştir. Tanıklar dinlendikten sonra, Komisyon, kendi temel öğelerinde, ilk üç başvurucunun sözlü kanıtını kabul etmiştir. Bu kanıt Bayan Gündoğan'ınkiyle de genel görünümde desteklenmiş ve Komisyon'un görüşüne göre Hükümetin olayları anlatış tarzını destekleyen dört köylünün tanıklıklarından daha tutarlı ve daha inandırıcı ve bu yüzden daha inanılabilir olmuştur (bkz. 34.paragraf yukarıda). Komisyon kültür ve dil bağlantısını ve aynı zamanda Komisyon tarafından talep edilen belli belgelerin sağlanmasındaki ve Delegasyonun sorgulamak istediği anahtar bir tanığın çağrılmasında ve belirlenmesindeki Hükümetin işbirliğine yanaşmayan tavrını da dikkate almıştır (bkz. paragraflar 26 ve 31 yukarıda).

69. Divan, Komisyon tarafından toplanan kanıtları dikkatlice incelemiş, Komisyonun tesis ettiği olayların (bkz. paragraf 33 yukarıda) dördüncü başvurucunun iddiası hariç, ilk üç başvurucunun iddialarının makul şüpheler ötesinde kanıtlanmış olmamasıyla ikna edilmiştir.

B. Azıze Menteº Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli'nin şikayetleri

I. SÖZLEŞMENİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

70. İlk üç başvurucu, Azize Menteş, Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli evlerinin güvenlik güçleri tarafından yıkılması ve köylerinden kovulmalarının Sözleşmenin 8. Maddesinin ihlalini oluşturduğunu öne sürmüşlerdir. Bu madde şöyle der.

"1. Her şahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına maliktir.

2. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette milli güvenlik, amme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlakın ve zaruri bulunduğu derecede ve kanunla derpiş edilmesi şartıyla vuku bulabilir."

71. Hükümet 25 Haziran 1993'te köyde herhangi bir güvenlik operasyonu olduğunu yalanlamıştır. Onlar köydeki zararın o tarihte PKK teröristleri tarafından yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Güvenlik güçlerine karşı başvuranların iddialarını saptayacak kanıt olmamıştır. Bu yüzden Sözleşmenin 8. Maddesinin ihlali olmamıştır.

72. Komisyon, ilk üç başvurucu konusunda, bu şartın ihlalinin olduğunu düşünmüştür.

73. Divan 1. başvurucu, Bayan Azize Menteş ve ikinci ve üçüncü başvurucu arasında ayrım yapmaya gerek duymamıştır. Her ihtimale göre evin kayınpederinin evi olmasına ve söz konusu eve onun sahip olmamasına rağmen, ilk başvurucu yılın belirli zamanlarında köyü ziyaret ettiğinde orada yaşamıştır (bkz. paragraf 34 yukarıda).

Güçlü aile bağları ve oturduğu yerin niteliği düşünüldüğünde, 25 Haziran 1993 tarihinde evde olması Sözleşmenin 8.Maddesinin garanti ettiği koruma kapsamına girer. Bundan başka, Divan Komisyon tarafından tesis edilen olayları (bkz. paragraf 34 yukarıda) gözlemiş ve 8. Maddenin güvence altına aldığı gibi ilk üç başvurucunun özel, ailevi hayatına ve meskenine hürmet edilmesi hakkına özellikle önemli bir müdahale yapıldığını açığa çıkmasını kabul etmiş ve tedbirin yargıdan muaf olduğunu da Sözleşmenin 8. maddesinin ihlali olduğunu tespit etmiştir.

II. SÖZLEŞMENİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

74. İlk iç başvurucu, evlerinin yıkılması ve köylerinden çıkarılmalarına ilişkin koşullara atfen, Sözleşmenin aşağıda bahsedilen 3. Maddesinin ihlalinin de olduğunu beyan etmişlerdir.

"Hiç kimse işkenceye, gayri insani yahut haysiyet kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulamaz."

75. Hükümet yukarıdaki iddiayı olayları kanıtlayamadığı gerekçesiyle tartışmalı bulmuştur.

76. Komisyon ilk üç başvurucunun evlerinin yakılmasının, başvuranların sağlık ve güvenliklerinin tamamen düşünülmesiyle ve çocuklarının acı ve keder veren koşullarda olması ve onların yardım ve barınaktan muhtaç bir şekilde bırakılması, bir şiddet eylemini ve bilerek yıkımı oluşturduğunu düşünmüştür. Komisyon özellikle, başvuranların kendi kişisel mallarını kurtarılmalarına engel olunduğu travmalı duruma ve sonradan geçimlerini sağladıkları bahçe ve tarlalarından ve kendi ev ve köylerinden kendilerini alı konmuş şekilde bulmalarıyla oluşan dehşetli kişisel duruma dikkat çekmiştir. Komisyonun görüşüne göre, ilk üç başvuru Sözleşmenin 3. Maddesinde geçen anlamda gayri insani ve haysiyet kırıcı muameleyi tabi tutulmuştur.

77. Davanın özel koşullarından dolayı ve onun Sözleşmenin 8. Maddesi gereğince öngörülen haklarında ihlalinin bulgusu. (bkz. 34. ve 72. paragraflar yukarıda), Divan bu iddianın yeniden araştırılmamasına kara vermiştir.

3. SÖZLEŞMENİN 5 § 1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Komisyon önünde, başvurucular, 25 Haziran 1993'te, Sözleşme'nin 5 § 1 maddesinde güvence altına alınan kişisel özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edilerek, evlerini ve köylerini terk etmeye zorlandıklarını iddia etmişlerdir. Sözleşmenin ilgili maddesi şöyledir:

"Her ferdin hürriyete ve güvenliğe hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve kanuni usuller dışında hiç kimse hürriyetinden mahrum edilemez1"

79. Komisyon hiçbir başvurucunun tutuklanmadığını, hapse atılmadığını veya özgürlüğünden yoksun bırakılmadığını açıklamıştır. Evlerinin olmayışlarından kaynaklanan kişisel güvensizlik durumu Sözleşme'nin 5 § 1 maddesinde öngörülen "kişi güvenliği" kapsamına girmemektedir.

80. Hükümet, söz konusu olayın meydana geldiğini inkar etmek dışında herhangi bir yorumda bulunmamıştır.

Divan önünde başvurucular bu şikayeti sürdürmek istemediklerini açıklamışlardır.

81. Bu koşullar karşısında Divan, konuyu kendiliğinden gündemine alma gereği duymamıştır.

4. SÖZLEŞMENİN 6 § 1 VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

a) Divan önüne gelen iddialar

82. İlk üç başvurucu, ev ve eşyalarının güvenlik güçleri tarafından tahrip edilmesine karşı çıkmalarını ve tazminat istemelerini mümkün kılacak adli veya diğer herhangi etkin bir yol bulamadıklarından yakınmışlardır. Bu durum Sözleşmenin 6 § 1 maddesinin ihlal edildiği anlamına gelmektedir. İlgili madde şöyledir:

"Her şahıs gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili gerek cezai alanda kendisine karşı ileri sürülen bir iddianın esası hakkında karar verecek olan kanuni özel ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkına sahiptir."

Buna ek olarak Sözleşmenin 13. Maddesinin de ihlal edildiği iddiasında bulunmuşlardır:

"İşbu Sözleşmede tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen her şahıs, ihlal fiili resmi vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu vazifelerin ifası sırasında yapılmış da olsa, milli bir makama fiilen müracaat hakkına sahiptir."

83. Hükümet, yukarıdaki iddiaları reddederek, başvurucuların kullanmadıkları idari ve adli başvuru yolları bulunduğunu ( bkz. Paragraf 36-45 ) ifade etmiştir.

84. Başvurucular yaptıkları sunuşlarında esas itibariyle idari çarelerin, kamu yetkililerince, kişilere zarar verecek fiiller için uygulandığını belirtmişlerdir. Fiillerin yasal idari yetki sınırlarını aşması halinde tazminat taleplerinin adli mahkemelerde takip edilmesi gerekirdi.

Başvurucuların yakındığı fiiller, güvenlik güçleri tarafından kasten gerçekleştirilen fiillerdir. Buna karşın Hükümetin göndermede bulunduğu hiçbir mahkeme kararı güvenlik güçlerinin söz konusu kişilerin evlerini kasten tahrip ettiği iddiasını içermemektedir. Bu nedenle idari mahkemelerin, tazminat ödeme kararına gerekçe olarak gösterdiği "sosyal risk teorisi" konuyla ilgili olmayıp aksine, ev ve eşyaların yakılmasının ardında yatan şartları da gizlemiştir. Sadece maddi tazminat içeren ve güvenlik güçlerinin sorumluluğunu göz ardı eden bir çare kesinlikle kabul edilemez.

Üstelik, başvurucular, sorumlulara karşı cezai takibatta bulunulamadığı sürece, verilen zararlara karşı ileri sürülen tazminat taleplerinin başarısız kalmaya mahkum olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucuların iddiaları doğrultusunda yapılan cezai soruşturma tümüyle yetersiz kalmıştır.

Buna ek olarak başvurucular, Türkiye'nin güneydoğusundaki hak arama sisteminin kendilerine etkin bir çare bulmaktan uzak olduğunu iddia etmişlerdir. Özellikle aşağıda belirtilen nedenlerden ötürü etkin bir başvuru yolundan yoksun kalmışlardır:

(a) Bölgedeki yetkililere tanınan geniş yetki ve bağışıklıklar (bkz. Paragraflar 48- 51)

(a) (b) Yetkililerin başvurucuların şikayetlerine karşı tutumları (bkz. Paragraflar 27- 31)

2.

(b) (c) Şikayetleri etkisiz kılan bir köy yıkma politikasının varlığı

85. Komisyon, Olağanüstü Hal Valilerinin ve onların astlarına geniş yetkiler ve bağışıklıklar verildiği Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki köy yıkma olaylarından şikayet eden başvurucular gibi kişilerin önünde uygulamada şüphe edilmez zorluklar ve engeller bulunduğunu belirtmiştir. Güvenlik güçleri tarafından yıkılan evlerle ilgili olarak köylülere tazminat ödendiğini veya bu tür bir eylemden ötürü güvenlik güçleri hakkında başarılı yada herhangi bir kovuşturma yürütüldüğüne dair bir örnek mevcut değildir. Bu bağlamda Komisyon, söz konusu davada gösterilen kanıtlara atıfta bulunmuştur. Aslında başvurucular, savcılara konuyla ilgili olarak herhangi bir dilekçe vermemişler fakat Ankara'daki Adalet Bakanlığı, Komisyon'un başvuruyu Hükümet'e bildirmesi üzerine, soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturma göstermiştir ki, güvenlik güçlerinin köylülerin evlerini yıktığı yolundaki şikayetler, uygulamada, dava açmak için gerekli olan ciddiyet ve detaylılıkta ele alınmamıştır. Aslında köy ve mezralarda meydana gelen olayları ortaya koyan herhangi bir soruşturma yapılmamıştır. (bkz. Paragraf 27-30) İddiaların Güneydoğu Anadolu Bölgesinde özel bir korumadan yararlanan güvenlik güçlerini ilgilendirdiği durumlarda, devletin soruşturma mekanizmasının olaya ilişkin olumlu bulgular sağlayamamasından ötürü, köylülerin kuramsal adli veya idari başvuru yollarından yararlanmalarını beklemek gerçekçi değildir.

Yukarıda belirtilen görüşler ışığında Komisyon, başvurucuların, Madde 6 § 1 ihlal edilerek,"medeni haklar"ının belirlenmesi için mahkemeye etkin başvurularının sağlanmadığı, ayrıca Madde 13 ihlal edilerek Madde 6 § 1'deki "medeni haklar" kavramının kapsamı dışında kalan şikayetleriyle ilgili olarak etkin çarelerden yararlanamadıkları ve bu nedenle bu hükmün uygulanabilirlik alanı dışında kaldıkları görüşündedir. Bu, örneğin, köylerinin zorla boşaltılması ve bunu izleyen kişisel zorluklarıyla ilgili bir dava olmuştur. Devletin pasif bir biçimde idari mahkeme müdahalesini beklemek yerine olayları hemen soruşturması, köylüleri yeniden ev sahibi yapması veya bunlara maddi yardımda bulunması, başvurucuların içinde bulunduğu duruma karşı verilecek daha uygun bir cevap olurdu.

b) Divan'ın değerlendirmesi

i) Sözleşme'nin 6 § 1. Maddesi

86. Divan, medeni haklarla ilgili olarak mahkemede yargılanma hakkının Madde 6 § 1'de öngörülen "mahkeme hakkı"nın bir yönünü oluşturduğunu yinelemiştir. (bkz. diğer yetkililer arasında, üstte belirtilen Aksoy davası, s.2285, § 92) Bu hüküm açıkça, ev ve eşyaların iddiaya göre Devlet yetkilileri tarafından tahrip edilmesinden dolayı tazminat isteminde bulunulabileceğini öngörmektedir.

87. Başvurucular, nazari medeni haklarının idari mahkemeler ve adli mahkemelerce belirlenebileceğini tartışmamışlardır. Yine de yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü (bkz. paragraf 83 yukarıda) mahkemelere başvurma girişiminde bulunmamışlardır. Bu nedenle Divan'ın, Türk mahkemelerinin, başvurucuların gerekli işlemlerin başlatılması yönündeki isteklerine ilişkin hüküm verip veremeyeceğini belirlemesi mümkün değildir. Her halükarda Divan, başvurucuların, ev ve eşyalarının güvenlik güçlerince kasten tahrip edildiğine dair iddialarının gerektiği gibi soruşturulmamasından yakındıklarını gözlemlemiştir.

88. Yukarıdaki veriler çerçevesinde Divan, başvuruyu, devletlere, Sözleşmenin ihlal edilmesi halinde etkin başvuru yolu sağlama yükümlülüğü getiren, daha genel nitelikteki Madde 13 bağlamında değerlendirmeyi uygun bulmuştur. Bu nedenle Madde 6 §1'in ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesini gerekli görmemiştir.

ii) Sözleşmenin 13. Maddesi

89. Divan, Madde 13'ün, iç hukuk düzeninde ne şekilde güvence altına alınmış olursa olsun, Sözleşmedeki hak ve özgürlüklerin özünün uygulanması için ulusal düzeyde başvuru yolu sağlanmasını güvence altına aldığını yinelemiştir. Bu madde, Sözleşmeye taraf devletlere bu hükümle öngörülen yükümlülüklerine uygun davranışlar konusunda takdir yetkisi tanınmış olmakla beraber, "yetkili ulusal otoritelerin" hem söz konusu şikayetin özüyle ilgilenmelerine hem de gerekli yardımı yapmalarına olanak sağlayacak iç başvuru yolunu içeren bir hükmü gerektirmektedir. Bu başvuru yolu hem uygulamada hem de hukuken etkili olmalıdır. Özellikle bu yola başvurulması davalı devletin yetkililerinin eylemleri veya ihmalleriyle, haksız biçimde, engellenmemelidir. (bkz. yukarıda belirtilen Aksoy davası, s. 2286, §95 ve yukarıda adı geçen Aydın kararı s1.§ 103)

Bundan başka Sözleşme'nin 8. Maddesi bağlamında yakınılan müdahalenin niteliği ve önemi Madde 13 ile de yakından ilgilidir. Hüküm, ulusal sistemde mevcut olan başvuru yollarına dokunmaksızın, davalı devlete, kişilerin ev ve eşyalarının devlet görevlilerince kasten tahrip edildiğine dair iddiaları tam ve etkin bir biçimde soruşturma yükümlülüğü getirmektedir.

Buna bağlı olarak, bir kişinin evinin ve eşyalarının bir devlet görevlisi tarafından kasten tahrip edildiğini ileri sürmesi halinde, gerekli görüldüğü durumlarda, "etkili başvuru yolu" kavramı, tazminat ödenmesine ek olarak, sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasını ve şikayette bulunan kişinin soruşturma prosedürüne etkin katılımını sağlayacak tam ve etkili bir soruşturmayı gerektirmektedir.

90. Daha önce belirtildiği üzere, bu davadaki başvurucular, Strasbourg kurumlarına başvurmadan önce, şikayetlerini iç hukuk yetkililerine bildirmemişlerdir. Bununla birlikte Komisyon'un başvuruyu davalı devlete bildirmesinin ardından Adalet Bakanlığı Genç nahiyesindeki savcı aracılığıyla cezai soruşturma başlatmıştır. (bkz. paragraf 28, yukarıda) Divan'ın görüşüne göre soruşturmanın yürütülüş tarzı, başvurucuların Madde 13'te öngörülen etkili başvuru yolunun sağlanmadığına dair ilk şikayetleri bağlamında dikkate alınabilir.

91. Bu bakımdan Divan, ilk soruşturmanın, başvurucuların Strasbourg'a yaptıkları şikayetlerin savcıya bildirilmesinden sonra iki haftadan daha az bir süre içinde, 25 Nisan 1994 tarihinde, sona erdiğini belirtmiştir. Savcı, açıkça, o sırada başvurucuların adlarını bile bilmemekteydi. Dava açmama yolunda verdiği karar, sadece belirli kuşkulara yol açacak şekilde seçilmiş ve başvurucunun yaşadığı yerden yürüyerek bir saat uzaklıktaki farklı bir mezrada yaşamakta olan dört köylünün kısa açıklamalarına dayanmaktadır. İkinci soruşturma aynı dört tanığın başka bir savcı tarafından yeniden dinlenmesinden ibarettir. Bu aşamada savcının başvurucuların isimlerini bilmesine ve Ankara'daki yetkililerin de bunları durumlarının farkında olmalarına karşın, başvurucuları ifade vermeye davet etme yönünde hiçbir tedbir alınmamış, köydeki diğer tanıkları dinleme ve ya güvenlik güçlerinin söz konusu zaman ve yerdeki faaliyetlerini araştırma girişiminde de bulunulmamıştır. (bkz. paragraf 28-30, yukarıda)

92. Mahkeme, başvurucuların iddialarına ilişkin tam ve etkili bir soruşturma yapılmadığına ve bunun da mahkemeler önünde tazminat arama dahil başvuru yollarının önünü tıkadığı sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ilk üç başvurucu bakımından Madde 13'ün ihlali mevcuttur.

5. SÖZLEŞMENİN 14. VE 18. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

93. Başvurucular, Sözleşmenin 14. Maddesi ihlal edilerek ve 3. 6. ve 13. Maddelerle bağlantılı olarak, Kürt kökenli oldukları için ayrımcılığa maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir. İlgili 14. Madde şöyledir:

"İşbu Sözleşmede tanınan hak ve hürriyetlerden istifade keyfiyeti, özellikle cins, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, milli veya sosyal köken, milli bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi diğer bir durum üzerine müesses hiçbir tefrike tabi olmaksızın sağlanmalıdır"

Ayrıca başvurucuların sistematik ve acımasız bir nüfus değiştirme politikasına dair sundukları kanıtlar ışığında Divan'dan, Sözleşmenin 18. Maddesinin de ihlal edildiğine hükmetmesini talep etmişlerdir. İlgili 18. Madde şöyledir:

"Bu Sözleşmenin hükümleri gereğince, mezkur hak ve hürriyetlere yapılan takyitler ancak öngörüldükleri gaye için tatbik edilebilirler"

94. Hükümet, şikayetlerin gerçek temelini inkar etmek dışında yukarıda sözü edilen iddialara ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

95. Komisyon, başvurucuların söz konusu iddialarını temelsiz bulmuş ve Madde 14'ün ve 18'in ihlal edilmediğine karar vermiştir.

96. Divan, Komisyonun ortaya koyduğu gerçeklere dayanarak (bkz. paragraf 27- 30 ve 34, yukarıda), bu hükümlerin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

6. SÖZLEŞMEYİ İHLAL EDEN İDARİ UYGULAMA İDDİASI

97. Sözleşmenin 3. 6. 8. ve 13. Maddeleriyle ilgili kişisel ihlallere ek olarak, ilk üç başvurucu, Divan'dan köy yakma, zorunlu boşaltma ve Kürtlerin yerlerinin değiştirilmesi şeklinde bir idari uygulamanın kurbanları olduklarına hükmetmesini talep etmiştir.

98. Divan, Sözleşmenin 3. ve 6. Maddelerine ilişkin verdiği kararı (bkz. paragraf 77-88, yukarıda) göz önünde bulundurarak, değerlendirmesini 8. ve 13. Maddelere ilişkin ağır ihlal iddiasıyla sınırlandırmıştır. Komisyon'un ileri sürdüğü kanıtın (bkz. paragraf 27-30 ve 34, yukarıda), Sözleşmenin bu maddelerini ihlal eden idari bir uygulamanın varlığıyla ilgili bir karara varması için yeterli olmadığı görüşündedir.

C. Sariye Uvat'ın Şikayeti

. Komisyon önünde, dördüncü başvurucu olan Sariye Uvat, diğer ilk üç başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği Sözleşme hükümlerine ek olarak Sözleşmenin 2. Maddesinin de ihlal edildiğinden yakınmıştır. Sözleşmenin 2. Maddesi şöyledir:

"1. Her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır. Kanunun ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infazı dışında, hiç kimse kasten öldürülemez.

2. Öldürme, aşağıda derpiş edilen zaruret halleri dışında, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış telakki olunmaz.

a) Her ferdin gayrimeşru cebir ve şiddete karşı korunmasını sağlamak için,

b) Kanun hükümleri dahilinde bir tevkifi yerine getirmek veya kanuna uygun olarak mevkuf bulunan bir şahsın kaçmasını önlemek için,

c) Ayaklanma veya isyanı, kanuna uygun olarak bastırmak için."

Bu bağlamda, köyden ayrıldıktan sonra, ikiz oğlan çocuklarının erken doğum nedeniyle öldüğünden yakınmıştır.

100. Komisyon, başvurucunun şikayetleriyle ilgili herhangi bir bulguya rastlanmadığına dair kararını hatırlatmıştır. (bkz. paragraf 35) İnsan Hakları Derneği'ne yaptığı yazılı açıklamasının kanıttan yoksun olması nedeniyle Sözleşmenin herhangi bir maddesinin ihlal edildiğini iddia edebileceği kuramsal bir temelin mevcut olmadığı görüşündedir.

101. Divan, Komisyon önündeki işlemler sırasında, dördüncü başvurucunun, şikayetleriyle ilgili delil yetersizliği bulunduğunu kabul ettiğini belirtmiştir. Bu koşullar altında Divan, başvurucunun dayandığı Sözleşme hükümlerinin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

III. SÖZLEŞMENİN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

102. Başvurucular, Sözleşmenin 50. Maddesine dayanarak, adil tazminat istemişlerdir. Sözleşmenin ilgili maddesi şöyledir:

"Divan'ın kararı, bir Yüksek Akid tarafından adli makamları veya resmi bir makam tarafından alınmış olan bir kararın veya vaz'edilmiş bulunan bir tedbirin işbu Sözleşmeden doğan mükellefiyetlere tamamen veya kısmen aykırı olduğunu beyan ederse ve eğer mezkur Akid Tarafın dahili mevzuatı bu kararın veya tedbirlerin neticelerini ancak kısmen izaleye müsaitse, Divan kararında, buna mahal varsa, hakkaniyete uygun bir surette mutazarrır tarafı tatmin eder."

A. ZARAR

103. Başvurucular, maddi, manevi, ceza gerektiren ve ayrıca ağır nitelikteki zararları için tazminat talep etmişlerdir.

104. Mamafih, Divan, Hükümet ile başvurucular arasında anlaşma sağlanması ihtimalini göz önünde bulundurarak, bu konuda karar vermek için erken olduğu ve bu hakkın saklı tutulması gerektiği görüşündedir.

B. MASRAF VE ÜCRETLER

105. Başvurucular, 31.795 İngiliz sterlini tutarındaki masraf ve harcamaların, Avrupa Konseyi'nden alınan yasal yardım düşülerek, tazmin edilmesini talep etmişlerdir. İddiaları aşağıdaki hususları içermektedir:

a) Bay Boyle'ye hizmeti karşılığında ödenecek yasal ücret için 19,000 İngiliz Sterlini (saati 100 Sterlinden 190 saat)

b) Bayan Reidy'e hizmeti karşılığında ödenecek ücret için 3,750 İngiliz Sterlini (saati 50 Sterlinden 75 saat)

c) Bay Sakar ve Bay Baydemir'e hizmetleri karşılığında verilecek ücret için 2,400 İngiliz Sterlini (saati 25 Sterlinden 96 saat)

d) Kürt İnsan Hakları Projesi'ne yasal yardımları için 4,000 İngiliz Sterlini (saati kırk Sterlinden 100 saat)

e) Yorumlama ve tercüme masrafları için 1,655 İngiliz Sterlini

f) Fotokopi masrafı için 115 İngiliz Sterlini, telefon ve posta masrafları için de 875 İngiliz Sterlini

Yukarıda belirtilen ücretler 22 Ocak 1997 tarihli duruşmayı da içeren bugüne kadar geçen zamanı kapsamaktadır.

106. Hükümet, destekleyici delil yetersizliği nedeniyle yukarıda sözü edilen iddiaların temelden yoksun olduğu ve belirtilen harcamaların gereksiz yere yapılmış ve aşırı oldukları için reddedilmeleri gerektiğini ileri sürmüştür. (a), (b), (e) ve (f)'de belirtilen harcamalarla ilgili olarak, Hükümet, başvurucuların, ücretleri Türk avukatlarınkinden çok yüksek olan ve seyahat, haberleşme, yorumlama ve tercüme gibi ek masraflar doğuran İngiliz avukatlar tutulması ihtiyacının duyulmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Ayrıca Hükümet, (d)'de belirtilen masrafın tazmin edilmesine, söz konusu derneğin başvurucuları temsil etmediği ve prosedüre ilişkin başka herhangi bir oynamadığı gerekçesiyle, itiraz etmiştir.

107. Divan, a, b, c, e ve f'de belirtilen masraf ve harcamaların yerinde, zorunlu ve miktar olarak da tutarlı olduklarından şüphe etmek için herhangi bir sebep görmemektedir. Hakkaniyete uygun bir biçimde, ilk üç başvurucuya, Avrupa Konseyi'nden alınan yasal yardım düşülerek, katma değer vergisiyle birlikte, ileri sürülen miktarların tümünün verilmesine karar vermiştir. Kürt İnsan Hakları Projesi'nin iddia ettiği masraflara gelince, Divan, derneğin muameleler sırasındaki rolünün tazminat verilmesini gerektirdiği konusunda ikna olmamıştır. Bu nedenle iddialarını reddetmiştir.

C. TEMERRÜT FAİZİ

108. Divan'a ulaşan bilgiye göre, bu kararın verildiği tarihte Birleşik Krallık' ta kanuni uygulanabilir yıllık faiz %8'dir.

BU NEDENLERLE DİVAN ;

1. 1. 6'ya karşı 15 oyla iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin ön itirazın reddine,

2. 5'e karşı 16 oyla ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 8. Maddesinin ihlali bulunduğuna,

3. 1'e karşı 20 oyla ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 3.Maddesinin ihlalinin bulunup bulunmadığının incelenmesine gerek duyulmadığına,

4. Oybirliğiyle ilk üç başvurucunun Sözleşme'nin 5 § 1 maddesine ilişkin şikayetlerini incelemeye gerek duyulmadığına,

5. Oybirliğiyle ilk üç başvurucu bakımından Sözleşme'nin 6 § 1 Maddesinin ihlalinin bulunup bulunmadığını incelemeye gerek duyulmadığına,

6. 5'e karşı 16 oyla ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 13. Maddesinin ihlali bulunduğuna,

7. Oybirliğiyle ilk üç başvurucu bakımından Sözleşme'nin 14. ve 18. Maddelerinin ihlali bulunmadığına,

8.Oybirliğiyle dördüncü başvurucu bakımından Sözleşmenin 2.,3.,5.,6.,8.,13.,14. ve 18. Maddelerinin ihlalinin bulunmadığına,

9. 5'e karşı 16 oyla,

9 9

a) Davalı devletin, üç ay içerisinde, b, c, e ve f' de belirtilen harcama ve masraflar karşılığında, bu kararın verildiği tarihteki kurdan pounda çevrilerek 13,295 FRF (onüç bin iki yüz doksan beş Fransız Frankı) düşüldükten sonra, katma değer vergisi dahil 27,795 GPB (yirmi yedi bin yedi yüz doksan beş İngiliz Sterlini)'ni doğrudan doğruya ilk üç başvurucunun İngiliz asıllı temsilcilerine ödemesine,

b) Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sonundan ödeme tarihine kadar yıllık %8 basit faizin ödenebilir hale geleceğine,

10. Başvurucuların masraf ve harcamalarla ilgili diğer iddialarının reddine,

11. 1'e karşı 20 oyla maddi ve maddi olmayan zararla ilgili olarak Sözleşmenin 50. Maddesi bağlamında yapılan başvurunun karar için hazır olmadığına ve buna bağlı olarak,

a) Söz konusu sorunun saklı tutulmasına,

b) Hükümetin ve başvurucunun, üç ay içerisinde, Divan'a soruna ilişkin yazılı gözlemlerini sunmaya, özellikle herhangi bir anlaşmaya varırlarsa bunu bildirmek için davet edilmesine,

c) Daha ileri bir prosedürü saklı tutmaya ve Daire Başkanı'na, gerekirse aynısını saptama yetkisinin verilmesine

karar vermiştir.

Sözleşme'nin 51 § 2. ve Divan İçtüzüğü A'nın 53 § 2.maddeleri uyarınca, karara, aşağıdaki görüşler eklenmiştir:

a) a) Bay Gölcüklü ve Bay Matscher'in ortak kısmi karşıoy yazısı

1.

b) b) Bay Gölcüklü'nün kısmi karşıoy yazısı

2.

c) c) Bay Russo'nun kısmi karşıoy yazısı

3.

d) d) Bay De Meyer'in kısmi karşıoy yazısı

4.

e) e) Bay Mifsud Bonnici'nin kısmi karşıoy yazısı

5.

f) f) Bay Gotchev'in kısmi karşıoy yazısı

6.

g) g) Bay Jambrek'in kısmi karşıoy yazısı

YARGIÇ GÖLCÜKLÜ VE YARGIÇ MATSCHER'İN ORTAK KISMİ KARŞIOY YAZISI (Geçici tercüme)

I. IÇ HUKUK YOLLARININ TÜKETILMESI

Bizim görüşümüze göre, başvurucuların, söz konusu şikayetlerini ulusal makamlar önüne götürmek için gerekli çabayı göstermedikleri böyle bir durumda iç hukuk yollarının tüketilmesinden söz edilemez.

Bu bakımdan, Komisyon Delegesinin 22 Haziran 1997 tarihli duruşmada da belirttiği üzere, bu dava ile Divan'ın atıfta bulunduğu (yargılamanın 59.Paragrafı) Akdivar ve Aydın Davaları arasında büyük bir fark olduğunu düşünüyoruz. Bu davalardaki başvurucular, yasal işlemleri ulusal makamlar önünde başlatmışlardır. Ulusal makamların, başvurucuların şikayetlerini değerlendirmemiş olması, Divan'ın iç hukuk yollarının tüketildiği kanısına varmasını sağlamıştır. Fakat birkaç örnekte olduğu gibi, Türk mevzuatının, etkililikleri tartışılabilir de olsa, iç başvuru yolları sağladığına dair sürekli tekrarlanan iddialar karşısında, mevcut dava gibi davalarda iç başvuru yollarının mevcut olmadığını ve bu nedenle başvuruculara karşı bu yolları uygulama yükümlülüğünün yerine getirilmediğini söylemek doğru olmaz.

Diyarbakır İnsan Hakları Derneği (DİHD), Sözleşme kurumlarına şüpheli başvurular üretmek yerine başvurucuları, şikayetlerini ulusal makamlara bildirme yönünde teşvik ederek, başvurucuların çıkarlarına daha iyi hizmet edecektir. Fakat bunun Derneğin amaçlarıyla çatıştığı yönünde bir izlenim elde edilebilir.

II. ESASLAR

a) a) Genel Gözlemler

İddia edilen olayların ikna edici bir biçimde kanıtlanması halinde,

Sözleşmenin ilgili maddelerinin ihlali bulunduğuna şüphe yoktur. Fakat benim görüşüme göre ikna edici böyle bir kanıt mevcut değildir.

İddia edilen olayların ardından dört yıl geçtikten sonra, o dönemde Saggöze köyünde gerçekten neler olduğuna ilişkin tüm gerçeği ortaya çıkarmak imkansız olmasa da son derece güçtür. Ayrıca özellikle Türk makamlarının işbirliğinden uzak olmaları nedeniyle, Ankara'da tanıkların ifadesini alan Komisyon delegelerinin işinin, Komisyon'un da belirttiği üzere, zor olduğunu kabul ediyoruz. Bunun yanısıra tanıklar ile Delegelerin birbirleriyle iletişim kurmalarını kolaylaştırmak için Kürtçeden Türkçeye, Türkçeden İngilizceye çeviri imkanlarına ihtiyaç duyulması zorlukları artırmıştır.

Komisyon belgelerine göz atıldığında Delegelerin olayları, davalı devlet ve tanıkları değil de, başvurucu tanıklarının belirttiği şekilde algıladığı anlaşılmaktadır. Komisyon, Delegelerin elde ettikleri bulguları ikna edici nedenler göstermeden kabul etmiştir.

Kabul edilmelidir ki, Hükümet tanıklarının ortaya koyduğu kanıtlarda tutarsızlıklar olmakla beraber, başvurucu tanıklarının verdikleri ifadelerde de aynı derecede ciddi tutarsızlıklar mevcuttur. Komisyon, bu son tutarsızlığı, önemsizmiş gibi, gözardı etmiş görünmektedir.

Buna karşın, başvurucular ve tanıklarının, bazı üyeleri PKK aktivisti veya terörist olan ailelerden gelmekte veya bu ailelerle ilişkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucuların yalan söylemek için, en önemli istekleri ülkelerinde barış içinde yaşamak olan köylülerden (Hükümetin tanıkları) daha az sebepleri olduğunu düşünmek için hiçbir neden yoktur.

Hükümetin, soruşturmayı üstünkörü bir biçimde yürüttüğü bir gerçektir. Haziran 1993'te meydana geldiği iddia edilen olaylarla ilgili şikayetlerin, Komisyon'a yapılan başvurunun kendilerine bildirildiği Nisan 1994 tarihinden sonra, diğer bir deyişle, güvenilir bilgiler elde edilmesinin daha da güçleştiği bir zamanda, bildirildiğini söylüyorlar. Yine de iddia edilen ihlallerin ciddiyeti göz önünde bulundurulduğunda, ulusal makamların soruşturma sırasında aldığı tedbirlerin Sözleşme kurumlarıyla etkin işbirliği içinde olduğu söylenemez.

Tarihler, uzaklıklar ve insan sayılarıyla ilgili tutarsızlıklar, yanlışlıklar ve abartmaların üzerinde durmuyoruz. Tüm bunlar büyük ölçüde, belli tarihsel geçmişe sahip insanlar arasında ortak olan olumsuz anılar, yanlış anlaşılmalar, yanlış bilgilendirilmeler veya abartma ve aşırı övgülerden kaynaklanmaktadır.

Fakat yapılan açıklamalarda gözardı edilmesi mümkün olmayan başka tutarsızlıklar ve çelişkiler de mevcuttur. Ayrıntılı olarak değerlendirildiğinde tüm bunlar başvurucuların olayların seyrine ilişkin yaptıkları ve Komisyon'un da kabul ettiği açıklamaları tümüyle geçersiz kılabilir. Delegelerin, profesyonel bir "soruşturma yargıcı"nın yapması gereken olağan işlemlerden biri olmasına ve bunu kolayca gerçekleştirme imkanına sahip olmalarına rağmen, bu tutarsızlık ve çelişkileri çözüme ulaştırmak için gerekli çabayı sarf etmemiş olmalarından büyük esef duyduk.

DİHD tarafından ortaya atılan ve başvuruya dayanak olarak gösterilen belgeler, Komisyon'u endişeye düşürecek ve Delegelerin aldığı yeminli ifadelere daha çok ağırlık vermesine neden olacak kadar düşük niteliktedir.

b) Özel gözlemler

Dördüncü başvurucuya göre, Türk güvenlik güçleri evlerini kasten yakmışlardır.

İfadeleri tartışma götürmeyecek bazı tanıklar, söz konusu evin Azize Menteş'e ait olmadığını onayladılar. Aynı durum Mahile Turhallı'ya ilişkin dava için de geçerlidir. Bundan başka diğer söz konusu evlerin Sulhiye Turhalli ve Sariye Uvat'a ait olup olmadıkları da tartışmalıdır.

Sözleşmenin 8. Maddesi uyarınca kurban olduğunu iddia eden kişinin "ev"'in sahibi olması gerekmemektedir. Fakat neden söz konusu davadaki evlerin sahipleri başvurucuların şikayetlerine katılmamış ve Türkiye'ye karşı açılan diğer benzer davalarda da dayanak olarak gösterilen 1 No'lu Protokol'ün 1.Maddesinin ihlali bulunduğunu ileri sürmemişlerdir?

Sariye Uvat da aynı gün (25 Haziran 1993) askerlerin Saggöze'nin Piroz nahiyesindeki, kendi evi dahil, tüm evleri ateşe verdiklerini iddia etmiştir. Açıklamasını diğer başvuruculardan üç hafta sonra DİHD'ne yapmıştır.

Yaşı ve sağlık durumu nedeniyle 10-12 Temmuz 1995 tarihleri arasında, Delegeler tarafından ifadesinin alınmasının mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Komisyon, başvurusunun kabul edilebilir olması için yeterli delil bulunmadığı görüşündedir. Yine de bizim görüşümüze göre, diğer başvurucuların benzer çelişkileri içeren şikayetlerinin incelendiği bir sırada, bir şikayetin, içerdiği çelişkiler göz önünde bulundurulmaksızın, kabul edilmesi için yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi doğru değildir. Bu durum Komisyon'un diğer tüm şikayetler için daha detaylı bir soruşturma yürütmesi gerektiğini akla getirmiyor mu?

Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli, DİHD'ne yaptıkları açıklamalarda askerlerin, Mahile Turhalli'nin kocası da dahil, tüm yaşlı erkekleri köyden çıkarıp, bir okul bahçesine götürdüklerini, bu kişilerin burada beş saat boyunca güneş altında yüzü koyun yatırılıp dövüldüklerini ve hakarete uğradıklarını ifade etmişlerdir.

Mahile Turhalli, Delegelere verdiği ifadesinde, kocasının o gün hastanede olduğu için köyde olmadığını söylemiş ve yaşlı insanlara ne olduğunu bilmediğine ve bunların durumları konusunda DİHD'ne herhangi birşey söylemediğine dair Kuran'a el basarak yemin etmiştir.

Sulhiye Turhalli, Delegelere, askerlerin halka işkence yaptığını ileri sürmüştür: " Askerler bizlere sopalarla vurdular; bizi sürekli dövdüler; beni tekmelediler; yaşlı insanlara vurdular." Öte yandan bunlara şahsen tanık olmadığını, başka insanlardan duyduğunu söylemiştir.

Bu durum kötü muamele gördüğü iddia edilen kişilerin, neden, Sözleşmenin 3. Maddesi uyarınca herhangi bir şikayette bulunmadığı sorusunu akla getirmektedir. Komisyon ise, tüm bu iddialara ne başvurucunun Madde 3 bağlamında yaptığı şikayetlerine ilişkin değerlendirmesinde ne de olaya ilişkin bulgular kısmında yer vermiştir.

Komisyon, bu büyük farklılıkları ve çelişkileri gidermek için ciddi herhangi bir girişimde bulunmuş gibi görünmemektedir. Bu şartlar altında söz konusu kişilerin tutumlarında böyle bir değişmeye ne derece önem verilmesi gerektiği ve bunlardan ne gibi sonuçlar çıkarılabileceğini dikkate almaksızın, DİHD'ne yapılan temelsiz ve kısmen Delegeler önünde aksi ortaya konmuş açıklamaları tümüyle gözardı etmenin ve sadece tanıkların Delegeler önündeki ifadelerine dayanmanın uygun olup olmadığını merak ediyoruz. Nitekim, elde ettiği bulgular için sağlam bir temel oluşturmak isteyen her soruşturma yargıcı böyle davranırdı. Bizim görüşümüze göre, yukarıda belirtilenler ışığında başvurunun tüm temeli büyük ölçüde şüphelidir.

Bazı hususlara ilişkin tutarsızlık ve çelişkileri görmezlikten geldik: Askerlerin köyde kaç saat kaldığı, helikopter sayısı (altı veya yedi veya otuz bir), iddia edilen olay olduğu gün söz konusu köylülerin köyde olup olmadığı, başvurucuların köyü terkettiği tarih, evlerin kibritle veya başka yollarla ya da kundaklama sonucunda ateşe verilip verilmediği, başvurucuların çok az Türkçe, askerlerin de çok az Kürtçe konuşabilmelerine rağmen nasıl olup da başvurucular ile askerlerin birbirleriyle konuştukları veya tartıştıkları (içerikleri Komisyon tarafından ayrıntılı olarak rapor edilmiştir), köyün aşağı kısmında yer alan ve aynı gün yanan diğer on üç evin sahiplerine ne olduğu, başvurucular ile köy muhtarı arasında gerçekten siyasal farklılıklar olup olmadığı, güvenlik güçleriyle teröristler arasında söz konusu olaydan önce de çatışmalar olup olmadığı, tanıkların savcı önünde ifade vermek üzere nasıl çağrıldıkları11

Fakat çözüm bulunması gereken ciddi çelişkiler de mevcuttur. Birkaç örnek vermek gerekirse:

a) Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli, aynı köyün diğer kısmında yaşayan tanıklar Selahattin Can ve Ömer Yarasir'I tanımadıklarını söylemişlerdir. Buna karşın Selahattin Can ve Ömer Yarasir, komşu oldukları için, Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli'y'i tanıdıklarını ifade etmişlerdir.

b) Şaşırtıcı biçimde, Mahile Turhalli, amcası Mehmet Turhalli'yi tanımadığını söylemiştir.

c) Köy muhtarı Ekrem Yarar, Sulhiye Turhalli'nin söz konusu olaydan bir hafta sonra kendisini görmeye geldiğini ve o gece kendisiyle birlikte kaldığını, olaydan veya evlerin yandığından hiç söz etmediğini ve birbirlerini yılda bir veya iki kez gördüklerini söylemiştir. Ocak/Şubat 1995'te yeniden kendisini görmeye geldiğinde ise ona savcı tarafından incelenen şikayetten söz etmiş fakat kendisi böyle bir şikayette bulunmadığını, belki başkalarının, onun adını kullanarak böyle birşey yapmış olabileceğini söylemiştir.

Gayretli bir "soruşturma hakimi"nin, böylesine önemli bir çelişkiyle karşı karşıya kalması halinde, iki tanığı karşı karşıya getirmesi gerektiğini düşünmesi gerekirdi. Komisyon'un yaptığı gibi, Hükümet'in tanığı olduğu için Ekrem Yarar'ın ifadesinin güvenilmez, buna karşın Sulhiye Turhalli'nin iddiasını kabul edilebilir bulunması ikna edici değildir.

Dava ile ilgisi olmayan tutarsızlıklar gözardı edilmiş olsa da, atıfta bulunduğumuz ciddi tutarsızlıkların ve açık çelişkilerin gözardı edilmesi kabul edilemez.

Bu şartlar altında, Komisyon ve Divan'ın da kabul ettiği üzere, Sözleşmenin ileri sürülen ihlallerinin, "tüm makul şüphelerin ötesinde gerçekten meydana geldiğine" ( bkz. 18 Ocak 1978 tarihli İrlanda- Birleşik Krallık Davası, Seri A, no. 25, sayfa 64-65 §161) ikna olmuş değiliz. Bizim görüşümüze göre, söz konusu davada Hükümetin ihlaline ilişkin yeterli kanıt mevcut değildir.

Bu nedenle 8. Maddenin ihlal edildiğine dair kararın karşısında oy verme zorunluluğu hissetmiş bulunuyoruz.

III. MADDE 13

Bu davada saptadığımız gibi (yukarıda bölüm 1), iç hukuk yollarının tüketilmemesi ve başvurucuların şikayetlerini ulusal makamlar önüne götürmemeleri durumunda, Madde 13'ün ihlalinin mümkün olmadığı görüşündeyiz.

YARGIÇ GÖLCÜKLÜ'NÜN KISMİ KARŞIOY YAZISI

Yargıç Matscher'in ve benim ortak karşı görüşümüze ek olarak, aşağıdaki yardımcı hususları ifade etmek istiyorum:

1. Ortak karşı görüşte belirtilenlerin bir sonucu olarak davayı madde

6 ve madde 13 bağlamında değerlendirme gereği görmememe karşın, Türk mevzuatının yeterli ve etkin iç başvuru yolları içermesi nedeniyle, bu maddelerin ihlalinin bulunmadığını belirtmek istiyorum. Bu bakımdan, Türk uygulamasını ve sistemini açıkladığım ve ulusal mahkemelerdeki davalardan örnekler sunduğum Akdivar- Türkiye ve Aydın -Türkiye davalarındaki karşıoy görüşüme atıfta bulunmak istiyorum.

2. Mevcut davaya ilişkin yargılamanın 58. Paragrafında Divan, Akdivar- Türkiye davasından alıntı yaparak şunu belirtmiştir: "11böyle sorunlu bir durumda iç hukuk işlemleri için yeterli deneysel kanıt sağlama konusunda doğal olarak karşılaşılan güçlükler, yargısal iç hukuk yollarının izlenmesini boşa çıkarabilir1." Bu ifadenin ışığında, deneysel kanıt bulmanın daha az zor ve özellikle uluslararası bir mahkeme için daha kolay olup olmadığı merak konusu olabilir.

3. Yargılamanın 59. Paragrafında Divan şunları belirtmiştir: "1.köy yıkma sorununun kapsamının genişliğine rağmen, söz konusu mülkün güvenlik güçlerince kasten tahrip edildiğine ilişkin iddialardan ötürü tazminat ödendiğine dair herhangi bir örnek yok gibi görünmektedir1." Bunun doğru olmadığını belirtmek isterim. Divan önündeki işlemler süresince davalı devlet, herhangi bir yıkım durumu gözetmeksizin, Türk devletinin, silahlı kuvvetlerin tahrip ettiği iddia edilen köylerin yeniden inşası için milyonlarca Türk lirası ödediğini, Divan'ın dikkatine sunmuştur. Bu konuyla ilgili olarak, Akdivar-Türkiye davasındaki karşı görüşüme bir kez daha atıfta bulunmak istiyorum.

4. Son olarak başvurucuların avukatları, yasal masrafların ve avukat ücretlerinin, başvuruculara değil de bizzat hukuksal temsilcilerine, İngiliz Sterlini olarak ve İngiltere'de ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

Herhangi bir neden göstermeksizin Divan, bu talebi kabul etmiştir.

Masraflar ve harcamalara ve avukat ücretlerine başvurucuların yol açtığı (mantıklı gibi gözükmektedir) ve bunları karşılaması gerekenlerin başvurucular olduğu kanaatindeyim. Hukuksal masrafların karşılanmasına gelince, bu tamamiyle yargı organını ilgilendiren bir sorundur ve temsilcilerin şu veya bu yöndeki talepleri durumu değiştiremez.

Temsilcilerini seçen ve masrafları ödeyen kişilerin başvurucular olduğunu, bu nedenle iddia edilen masraf ve harcamaların da başvuruculara ödenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Ödemenin başvuruculara değil de doğrudan doğruya avukatlarına yapılması önerisi, söz konusu davada gerçek başvurucular bulunmadığını gösteren başka bir işaret midir?

YARGIÇ RUSSO'NUN KISMİ KARŞIOY YAZISI

Yargıç Meyer'in kısmi karşıoy yazısında belirttiği nedenlerden ötürü Hükümet'in iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin ilk itirazının reddedilmesi ve ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 13. Maddesinin ihlali bulunduğuna (yargılamanın yürürlükteki hükümlerinin 1. Ve 6. Bölümleri) dair çoğunluk kararına katılmıyorum. Diğer bölümler hakkında çoğunlukla birlikte oy kullandım.

YARGIÇ DE MEYER'İN KISMİ KARŞIOY YAZISI

(Geçici Tercüme)

I. IÇ HUKUK YOLLARININ TÜKETILMESI

Divan'ın, yargılamanın 59. ve 90. paragraflarında belirttiği üzere, başvurucular, Sözleşme kapsamındaki şikayetlerini ulusal makamlar önüne getirmemişlerdir. Onlar adına, 20 Aralık 1993'te Komisyon'a başvuruyu yapan Diyarbakır İnsan Hakları Derneği ile bağlantı kurmuşlardır.

Böyle bir usul, dava Strasbourg önündeyken, Adalet Bakanı'nın emriyle Nisan-Mayıs1994'te Savcılar Bay Köycü ve Bay Karaca, 1995'in başlarında ise savcı Bay Sözen tarafından yürütülen yetersiz ve özet niteliğindeki soruşturmalar öne sürülerek mazur gösterilemez. Aynı şekilde yukarıda sözü edilen ve başvuruculardan daha fazla güven içinde ve daha az saldırıya açık olan Derneğin, başından beri söyleyip durduğu "başvurucuların güvenlikten uzak ve saldırıya açık durumları" da 7 böyle bir usulü mazur gösteremez.

Davanın tartışmalı geçmişi iç hukuk yollarının uygulanmasına katkıda bulunmamıştır 8 fakat başvurucuların en azından bu yolları kullanma girişiminde bulunmaları gerekiyordu.

II. ILK ÜÇ BASVURUCUNUN DAVASINDAKI GERÇEK DURUM

Söz konusu dava, Türk Devleti ile Kürt arasında çatışmaya yol açan

bu gibi durumlarda, gerçeği, "tüm makul şüphelerin ötesine" yerleştirmenin zorluğunu ortaya koymaktadır.

Bu davada Türk makamları söz konusu olaylardan sadece bir kaç ay sonra soruşturma başlatmışlardır. Bu soruşturmalar açıkça tatmin edici nitelikte olmamıştır. 9 Bunun yanı sıra sınırlı bilgi elde edilmiş, Diyarbakır İnsan Hakları Derneği'nden elde edilen bilgiler ise güvenilir nitelikte olmamıştır. 10

Komisyon, tam olarak neler olduğunu öğrenmeye çalışmıştır. Olayların, aşağı yukarı hazırladığı raporda tarif edildiği şekilde meydana gelmiş olması muhtemel ve mümkündür. Fakat bu yeterli midir?

Askerlerin Haziran 1993 sonlarında Saggöze'ye baskın yaptıkları kanıtlanmış gibi görünmektedir. Azize Menteş, Mahile Turhalli ve Sulhiye Turhalli'nin bu konudaki ifadeleri, sadece Azize Menteş'in yengesi Aysel Gündoğan tarafından değil 11 aynı zamanda o an olay yerinde olduklarını söyleyen diğer iki tanık, Selahattin Can ve Omer Yarazir tarafından da teyid edilmiştir. 12

Fakat üç başvurucunun, askerlerin, baskın sırasında köyün aşağı tarafında yer alan, kendi evlerinin de içinde bulunduğu birkaç evi yaktığı yolundaki ifadesi sadece Azize Menteş'in yengesi tarafından doğrulanmıştır. 13 Bu ifade Can ve Yarazir'in, köyün veya evlerin köy sakinleri köyden ayrıldıktan birkaç ay sonra meydana gelen çatışmalar sırasında yandığı şeklindeki ifadeleriyle çelişmektedir.14

Bu çok önemli konuda belirlenmiş tek kanıt, sadece birbirlerine değil, aynı zamanda PKK üyesi olmakla suçlanan kişilere kan veya evlilik bağıyla bağlı dört kişinin güvenlik güçlerine yönelik suçlamalarıdır.15 Bağımsız kaynaklarca doğrulanmış bir kanıt mevcut değildir.

Askerlerin evleri yaktığı iddiası zayıf bir iddia olmakla beraber, "makul bir şüphenin" varlığı için yeterlidir.

III. ILGILI IÇ HUKUK

Bu şüphenin sonucu olarak, ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 8. Maddesinde güvence altına alınan hakların Türk Devleti tarafından ihlal edildiğini söylemenin mümkün olmadığına inanıyorum. Ayrıca iç hukuk yollarını tüketmeye yönelik herhangi bir girişimde bulunmaksızın, iddia edilen olaylardan altı hafta sonra Komisyon'a başvuruda bulunan Diyarbakır İnsan Hakları Derneği'nin tutumu, başvurucuların Sözleşmenin 6. ve 13. Maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini düşünmekten alıkoymaktadır.

Bunu yanısıra Sözleşmenin 50. Maddesi bağlamında tazminat ödenmesi haklı görünmemektedir.

YARGIÇ MIFSUD BONNICI'NİN KISMİ KARŞIOY YAZISI

I. SÖZLESMENIN 3. MADDESININ IHLAL EDILDIGI IDDIASI

1. Akdivar ve Diğerleri-Türkiye (16 Eylül 1996 tarihli dava) davasında başvurucular, evlerinin Türk güvenlik güçlerince tahrip edilmesi nedeniyle, Sözleşmenin 3. Maddesi ihlal edilerek, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.

Divan'ın çoğunluğu, söz konusu ihlalin gerçekten gerçekleşip gerçekleşmediğini incelememe kararı almıştır. Bu prosedüre karşı çıkarak, aleyhte görüşümü şu şekilde ifade etmek isterim:

"Karşı görüşüm, bana göre, başvurucuların, evleri yakıldığı için Sözleşmenin 3. Maddesinin ihlal edildiği yolundaki iddialarıyla ilgili karardan kaynaklanan prosedürel durumla sınırlıdır. Yargılamanın yürürlükteki 4. Bölümünde Divan, Sözleşmenin 3. Maddesinin ihlalinin bulunup bulunmadığını daha fazla incelememe kararı almıştır. Bu karara yol açan sebepler paragraf 91'de şöyle belirtilmiştir:

a) Başvurucuların evleri dahil dokuz evin tahrip edildiğine (bkz. paragraf 18) dair yeterli kanıt bulunamaması

b) Başvurucuların Sözleşmenin 8. Maddesinde ve 1 No'lu Protokol'ün 1. Maddesinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğine dair bulgular

Bu maddelerin ihlal edildiğine ilişkin bulgular, başvurucuların evlerinin tahrip edildiği gerçeğinden kaynaklandığı için, temel iddiayı ilk önce incelemek ve eğer bu inceleme yeterli olacaksa ikincil nitelikteki iddiaları incelemekten kaçınmak, prosedürel açıdan uygundur. İmzacı Devletlere Sözleşme ve Protokoller çerçevesindeki yükümlülükleri konusunda rehberlik edebilmek için, hiyerarşik bir yaklaşım daha doğrudur.

Bu nedenle 3. Madde bağlamındaki iddianın Divan tarafından daha ileri bir düzeyde incelenmesi gerektiği sonucuna varmış bulunuyorum."

2. Söz konusu davada ilk üç başvurucu, evlerinin yıkılması ve

köylerinin boşaltılması sırasındaki şartlara atıfta bulunarak (bkz. yargılamanın 74. Paragrafı), Sözleşmenin 3. Maddesinde garanti altına alınan haklarının ihlal edildiğinden yakınmışlardır.

3. Çoğunluk, bir kez daha, Akdivar Davası'ndakine benzer bir müzakere süreci izlemiştir:

"Davanın özel şartları ve başvurucuların Sözleşme'nin 8. Maddesindeki haklarının ihlal edildiği yönündeki bulgular (yukarıdaki 34. ve 72. Paragraflar), göz önünde bulundurulduğunda, Divan, bu iddiaları daha fazla inceleme gereği duymamaktadır"

4. Divan, buna karşın, söz konusu davada, "bu iddiaları daha fazla inceleme gereği duymamasına" gerekçe olarak, Komisyon tarafından tespit edilen ve aşağıda belirtilen bulguları gösterdiğini yinelemiştir:

"Köyün aşağı mahallesinde, askerler, aralarında başvurucuların da bulunduğu kadınlardan evlerini terk etmelerini istemişler ve evler, çocukların giyecek ve ayakkabıları dahil içlerindeki tüm eşyalarla birlikte ateşe verilmiştir. (bkz. yargılamanın 34. Paragrafı)

5. Bu bulgular ışığında, çoğunluk tarafından kabul edilen ve söz konusu olayların, başvurucuların insanlık dışı veya aşağılayıcı muamelelere maruz kaldıklarını açıkça ortaya koyup koymadığını incelemeyi reddeden prosedürel yaklaşımı haklı kılacak herhangi bir durumun mevcut olduğunu düşünmüyorum.

II. MASRAF VE ÜCRETLER

6. Yargılamanın yürürlükteki hükmünün 9. Bölümünde Divan, davalı devletin belirtilen harcama ve masrafları "doğrudan doğruya başvurucuların İngiliz asıllı temsilcilerine ödenmesini" öngörmektedir.

Benim görüşüme göre bu temsilciler, davanın tarafları değildirler. Bu nedenle bu kişiler ile kendilerine doğrudan doğruya ödeme yapması öngörülen davalı devlet arasında herhangi bir yasal ilişki mevcut değildir. Bu tehlikeli bir örnektir.

YARGIÇ GOTCHEV'İN KISMİ KARŞIOY YAZISI

Maalesef, Hükümet'in ön itirazının reddedilmesine ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum. Benim görüşüme göre Türk idare mahkemelerindeki ilgili davalar dikkatli bir biçimde analiz edildiğinde, Hükümet'in dolaylı olarak sözünü ettiği iç başvuru yollarının, başvurucuların şikayette bulunduğu konular bakımından tam ve yeterli olduğu açıkça görülebilir. Bu nedenle Akdivar ve Diğerleri-Türkiye Davasında olduğu gibi bu davada da başvurucuların Sözleşme'nin 26. Maddesinde öngörülen, iç hukuk yollarının tüketilmesi şartını yerine getirmediği ve Divan'ın şikayetlerini değerlendirme yetkisinin bulunmadığı kanaatindeyim.

Sözleşmenin koruma sisteminin uygulanmasını amaçlayan, iç başvuru yollarının tüketilmesi şartı iki nedenden ötürü gözardı edilemez:

Birincisi; Sözleşmenin 26. Maddesi Strasbourg kurumlarıyla ulusal mahkemeler arası ilişkilerde hayati bir öğeyi oluşturmaktadır. Her şeyden önce, bu madde İmzacı Devletlerin yetkili makamlarının, Sözleşme güvencelerine riayet etmesini sağlamaya yönelik iken, Strasbourg kurumlarının rolü, ulusal makamların Sözleşme bağlamındaki sorunlarla ilgilenme imkanına sahip olmasından sonra devreye girmektedir. Ancak bu yaklaşım sayesinde Strasbourg kurumları, ulusal makamları Sözleşme kurallarına ciddi biçimde riayet etmeye teşvik edebilmektedir.

Tüm bu görüşler, Sözleşme toplumunun mevcut genişlemesi ve bunu sonucunda ortaya çıkan, Strasbourg Divan'ı ile Sözleşme'ye yeni katılan İmzacı Devletlerin mahkemeleri arasında işbirliği ilişkisi kurma ihtiyacının ışığında daha da önem kazanmıştır.

İkinci olarak, Divan'ın, özellikle gelecek yıl 11 No'lu Protokol çerçevesinde kurulacak olan tek Divan'ın, 26 Maddede öngörülen şartların, Güneydoğu Anadolu'daki özel güvenlik durumundan doğan tüm davalardan bağışık tutulması halinde karşı karşıya kalacağı büyük fiili zorlukların da akıldan çıkarılmaması gerekmektedir. Bu bölgedeki insan hakları sorunlarının ağırlığının göz önünde bulundurulması, Divan'ın, ulusal mahkemeleri, Sözleşmenin ihlaline ilişkin iddialar karşısında uygun ıslah çalışmalarının yapılması yönünde teşvik etmesine yardımcı olacaktır.

YARGIÇ JAMBREK'İN KISMİ KARŞIOY YAZISI

1. Söz konusu davada Hükümet'in iç hukuk yollarının tüketilmediğine dair ön itirazını reddetmeye hazır değilim. Bu nedenden ötürü ve başvurucuların şikayetlerinin, Komisyon tarafından belirlenen ve Divan tarafından da benimsenen esaslarından sonra, ilk üç başvurucu bakımından Sözleşmenin 8. Maddesinin ihlalinin bulunduğunu düşünmüyorum. Kararın geri kalanıyla ilgili olarak çoğunlukla aynı görüşü paylaşıyorum.

2. Sözleşmedeki insan hakları koruma sistemi Strasbourg Kurumlarıyla ulusal makamlar arasındaki işbölümüne dayanmaktadır. İmzacı Devletler, yetkileri altında olan herkese Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlükleri tanıma yükümlülüğü altındadır.(Madde 1) Sözleşmede öngörülen koruma mekanizması, insan haklarını koruyan ulusal sistemlere yardımcı niteliktedir. Strasbourg denetimi, sadece, tüm iç hukuk yolları tüketildikten sonra ve davalı devletin Divan'ın yargı yetkisini tanıması halinde, uyuşmazlıklara çözüm getiren bir sistem rolü oynamaktadır. (Madde 26) (bkz. diğer yetkililer arasında, 7 Aralık 1976 tarihli Handyside-Birleşik Krallık Davası, Seri a, no. 24, s.22, § 48; ve 6 Kasım 1980 tarihli Van Oosterwijk- Belçika Davası, Seri A, s. 17, § 34) Tüketme şartı ve Strasbourg denetiminin yardımcı niteliği, sadece İmzacı Devletlerin çıkarlarını değil aynı zamanda yetkisi altında bulunan bireylerin de çıkarlarını korumaktadır.

3. Hem bu davadaki hem de Akdivar ve Diğerleri-Türkiye Davasındaki çoğunluk gibi ben de, başvurucuların şikayette bulunduğu sırada Güneydoğu Anadolu'da söz konusu olan durumdan ötürü, adaletin yerine getirilmesi konusunda birtakım engeller olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu tür iç hukuk yollarının dayandığı, geçerli kanıt bulma ve idari soruşturma yürütmede zorluklar vardır. Yine de benim görüşüme göre, bu tür zorluklar sadece ulusal idari soruşturmaları ve yasal işlemleri değil, aynı zamanda, belki de daha fazla, uluslararası yargıcın davanın esaslarını belirleme ve değerlendirme kabiliyetini de etkileyebilir.

4. Mevcut davada başvurucuları, iç hukuk yollarının tüketilmesinden muaf tutacak bir takım nedenler vardır. Yine de, bu tür bir muafiyet, Strasbourg kurumlarına ek bir yük, yani, Sözleşmeyle ilgili şikayetler konusunda, önceden tasarlanıp teçhiz edilmemiş, olayların saptandığı ilk makam rolü yüklemiştir. Sözleşme sistemine göre, öncelikli olarak ulusal makamlara yani ulusal mahkemelere düşmektedir. Uluslararası bir mahkeme bu korumacı rolü tek başına üstlenemez fakat ulusal insan hakları koruma sistemlerine de güvenmek zorundadır. Bu nedenle bir iç hukuk sisteminin, her ne kadar bazı özel koşullar altında belirli zorluklar mevcut olsa da, daha etkin ve yeterli olması için teşvik edilmesi gerekmektedir.

5. Bu görüşler çerçevesinde başvurucuların, en azından, şikayetlerini Strasbourg kurumları önüne götürmeden önce, iç hukuk yollarını kullanma girişiminde bulunmaları gerekiyordu. Fakat bunu yapmadılar.

6. Sözleşmenin 26. Maddesinde öngörülen şartların, çoğunluğun kabul ettiğinden çok daha katı biçimde uygulanması anlamına gelen böyle bir yaklaşım ile Divan, bulgularını bireysel davalarla sınırlamak yerine, adaletin ülke içinde uygulanmasındaki hataları belirleyebilir. Diğer bir deyişle, aç bir adama balığı nasıl tutacağını öğretmek, doğrudan o balığı vermekten çok daha faydalıdır.

7. Sözleşmenin 8. Maddesinin ihlal edildiği iddialarına gelince, o dönemde Saggöze köyünde gerçekten neler olduğunu tespit etmek zordur. Başvurucuların veya Hükümet'in olsun, tanıkların ifadelerinde tutarsızlıklar bulunması anlayışla karşılanabilir. Yine de, ilk üç başvurucunun iddiaları doğrultusunda,Komisyon tarafından belirlenen olayların makul şüphenin ötesinde kanıtlandığına dair çoğunluk kararına katılmıyorum. Sonucu belirleyen olayların, Komisyon raporunun 175. Paragrafında yapılan tarifi, gerçekten neler olduğu ile ilişkilendirilebilecek veya ilişkilendirilemeyecek sosyal bir gerçeğin hukuksal temeli gibi görünmektedir.

Öte yandan bu davadaki olayları tespit etme ve değerlendirmedeki eksiklikler, benim görüşüme göre, Strasbourg kurumlarının ihmalinden değil, ulusal "ilk derece" mahkemesi olarak olayları soruşturmakla görevli kurumların yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

8. Diğer hususlarda, Madde 13 bağlamında ortaya çıkan istisna dahil, yargıçlar Bay Matscher ve Bay De Meyer'in kendi şahsi görüşlerinde belirttikleri iddiaların pek çoğuna katılıyorum.

DİPNOTLAR

1 1 Kayıt sırasında yapılan bu özet Divan'ı bağlamaz.

1.

2 2 Dava numarası 58/1996/ 677/867'dir. İlk numara, davanın, söz konusu dönem içinde Divan önüne gelmiş davalar içindeki sırasını, ikinci numara davanın zamanını belirtmektedir. Son iki numara ise davanın baştan beri Divan önüne gelmiş davalar içindeki sırasını ve Komisyon önüne gelmiş başvurular içindeki sırasını ifade etmektedir.

2.

3 3 Divan İçtüzüğü A, 9 No'lu Protokol (1 Ekim 1994) yürürlüğe girmeden önce Divan önüne gelmiş tüm davaları ve bu Prutokol ile bağlı olmayan Devletlerle ilgili davaları içermektedir. Bu devletler, sonradan pek çok kez değişikliğe uğramış ve 1 Ocak 1983'te yürürlüğe girmiş olan İçtüzük ile bağlıdırlar.

3.

4 4 Mukayyitin notu. Pratik nedenlerden ötürü, bu ek, kararın yazılı şeklinde bulunacaktır. (Hüküm ve Kararlar Raporu 1997) Fakat Komisyon raporunun mukayyit tarafından sağlanması mümkündür.

4.

5 5 Komisyon raporunun 5. Paragrafı

5.

6 6 Kararın 27-30. Paragrafları; Komisyon raporunun 41-44. Paragrafları

6.

7 7 Kararın 59. Paragrafı

7.

8 8 Kararın 58. Paragrafı

8.

9 9 Kararın 91. Paragrafı

9.

10 10 Komisyon raporunun 145. Paragrafı

10.

11 11 İbid., §§ 89-94

11.

12 12 İbid., §§ 95-104

12.

13 13 İbid., §§ 90-91

13.

14 14 İbid., §§ 96, 97, 101, 102

14.

15 15 İbid., §§ 48

diğx

Hiç yorum yok: